insan ayarlı

30 Aralık 2014 Salı

Pythagoras (Felsefe-007)

Pisagor'a bir kral "Sen bilge misin?" diye sorar. O da "Ben bilge değilim, sadece Tanrı bilgedir. Ben sadece bilgelik arayıcısıyım." der.

--- ---
 
Pythagorasçıların döneminde, felsefenin mahiyeti tamamen değişecektir. Felsefe artık evrenin ana maddesi felsefesinden çıkarak, bir yaşama biçimi halini alacaktır. Amacı insanlara bilgi vermek değil, onları kurtarmak olacaktır. Felsefe cemaatler / tarikatler halinde örgütlenip, insanları suçlarından / günahlarından arındırmaya çalışacaktır. Bu cemaatlere katılan insanlara, yaşamayla ilgili kurallar koyacaktır. Bu bakımdan amaç ve örgütlenme açısından kültlerle neredeyse aynıdırlar. Ancak Pythagorasçılık aynı zamanda bilimsel ve felsefi görüşlere de sahip olduğundan, kültler tarihi içinde değil de felsefe tarihi içinde ele alınır. Bu yeni felsefe anlayışı Sokrates, Platon ve İslam Dünyası’nda da varlığını sürdürecektir. edebiliyoruz.

25 Aralık 2014 Perşembe

Anaksimenes (Felsefe-006)

Anaksimandros’tan bir kuşak kadar gençtir (MÖ 585 – 528). Anaksimandros gibi «Doğa Üzerine» bir eser kaleme aldığı bilinmektedir, ancak sadece birkaç cümle günümüze kalmıştır. Anaksimenes’in kozmolojisi Anaksimandros’unkinden daha ilkeldir. Ona göre dünya havada yaprak gibi yüzmektedir. Güneş’in doğuşu batışı ile ilgili olarak da Thales’in modeline geri döner. İlk defa gezegenler ile yıldızlar arasında ayrım yaparak ay ve güneş tutulmalarına doğru açıklamalar getirerek ilerleme kaydetmiştir. Ay’ın Güneş’ten aldığı ışığı yansıttığını da söyler.

Güneş ve Ay’ı hava tarafından taşınan gezegenler gibi düşünürken, yıldızları kristal küreye çakılmış çiviler gibi modellediği düşünülmektedir. Bu daha sonra Aristoteles’te oradan da İslam Dünya’sında Batı’da devam eden astronomi öğretisinin başlangıcı olabilir. Ona göre gökkuşağı, güneş ışınlarının yoğunluğu fazla olan bir bulut üzerine düşmesi ve oradan yansımasıdır. Depremlerin meydana gelmesiyle ilgili de teorileri de vardır.

20 Aralık 2014 Cumartesi

Anaksimandros (Felsefe-005)

Thales’in çağdaşı öğrencisi ve arkadaşıdır. Thales gibi çok yönlüdür: matematikçi, devlet adamı, astronom, doğa bilgini, kartograftır. Yunanlılarda ilk defa yer ve gök haritası yapmaya çalışan kişi olarak bilinir. Diğer haritalara göre evrensel bir harita hazırlamaya çalışmıştır. Görüşleri, çoğu açıdan Thales’e göre bir ilerlemedir.

Anaksimandros'un kayıp olan haritasının muhtemel şekli

19 Aralık 2014 Cuma

Thales ve Milet Okulu (Felsefe-004)

Hint, Çin ve İran Medeniyetlerini ele almazsak Roma İmparatoru Justinianus'un Yunan Felsefesi'nin son okulu olan Atina Okulu'nu, Kilise'nin ve İmparatorluk yöneticilerinin gücüne özgür düşünce adı altında zarar verdiğini iddia ederek kapatmasına (MS 529) kadar geçen dönemdeki felsefeye Antik (ilkçağ) Yunan  Felsefesi denmektedir. Büyük İskender'in istilalarıyla Grek hakimiyetinin doruğa ulaşmasıyla başlayan ve Roma hakimiyetinin kurulması ile sona eren dönem de Helenistik Dönem diye adlandırılır (Yaklaşık MÖ 330 ile MÖ 130 arası).

Thales bir çok kaynakta ilk filozof olarak kabul edilir. Antik Yunanistan'ın yedi bilgesinden ilki olarak bilinir. MÖ 624 yılında şimdiki Aydın ilindeki Milet'te doğduğu sanılmaktadır. Bazı kaynaklar Fenike (bugünkü Lübnan) kökenli olduğunu söyler.

25 Eylül 2014 Perşembe

çıkış yok! - başlangıç

1. İnsan'ın yüksek derece özgüvene sahip olabilmesi... Bir olay karşısındaki sebebe yönelik yorumlarının doğru olduğuna ait büyük inanç... Mevcut sorunlara karşı önerdiği çözümlerin doğru olduğuna ait büyük inanç... Daha da ötesi, doğruyu ve yanlışı belirlemedeki cesaret... En son noktası; hayatında en azından bir kere bile bildiklerinin tümünden şüphe etmeme... Evet, esas sorun şüphe etmeme... Öyleyse biz neyi temel alarak yaşamımıza devam edebiliriz?

2. Adalet... Dünya üzerinde adalet teşkil etmenin mümkün olduğunu düşünmek... Kafayı kıranlar için söylersek Hukuk'a inanmak... İnsan hakları için icat edilip, geliştirildiğini düşünmek... Adalet ve hukuk tanımazlığı görüş olarak kabullensek bile, en basit işlerimizi nasıl görebiliriz? İşin en dibi, öldürülmeyi nasıl formüle edebiliriz? Adalet sağlanamaz ama karşılığında ne sağlanabilir? Bu bir işe yarar mı?

3. Planlı olmanın yüksek bir erdem olması... İnsanın geleceğini planlaması onu gelişmiş mi yoksa ilkel bir mahlukata mı dönüştürür? Neden planlı olanlar daha başarılıdır? Diğer bir deyişle planlı olmak ile elde ettikleri kime göre başarı olarak isimlendirilir? İnsan bunun üzerine binlerce saat kafa yorsa da zihninde yerleşen fikri tam olarak yok edemez, o halde ilk bakışta basit bir baş kaldırış gibi görünen bu düşünceleri nereye oturtabiliriz? İnsan sosyal statüden bağımsız olarak insanlarla iletişim kurabilir mi? Ancak nedense insanlar kendi hayat tarzına yakın yaşayan insanlarla iyi anlaşabilirler. Bunu göz ardı edebilir miyiz? Genel kabul edilen yüksek statüden birinin alttaki ile kafa dengi olamaması hangisindeki eksiklikten kaynaklanmaktadır? Daha da ileri gidersek, kulüp, dernek, vakıf, siyasi parti, devlet gibi teşkilatlara dahil olmak bizi hangi yönlerden ileri götürür? Devlet nedir ya...? Çok güzel planlanmış şehirlerde yaşamak isteriz ama aynı zamanda mahalliliği ve doğallığı da olsun isteriz. O zaman bir köy gibi komşuların sokakları oluşturduğu, daha sonra mahallelerin doğal olarak oluştuğu bir yerde yaşamak mı isteriz? Hayır Napolyon tarafından cetvelle çizdirilmiş Paris'te yaşamak isteriz. Çünkü her şeyden önce insanı kendi haline bırakınca rahatlığını düşünür. Evet insan olmak maalesef planlamayla değil emek ile gerçekleşir. Ancak emek ile rahatlığından öne başka bir şeyler geçebilir. O zaman Bayrampaşa'da yaşamak Paris'te yaşamaktan daha anlamlı olabilir mi? Bunu tercih eden bir kişi bile çıkar mı? Çıkmıyorsa bu çaba niye?

4. 21.YY'da modern statü sahibi insan yaptıklarının neredeyse hepsinin iki yüzlülük ve narsistlik üzerine olduğunu başına ne gelirse kavrayabilir?

5. Tanımlardan ve kategorilerden nasıl sıyrılabiliriz? Bu işi halledebilen birisinin kendi hayatına son vermekten başka çaresi kalmamasını nasıl engelleyebiliriz? Hiç olmadı mesleki, fiziki ve psikolojik kategorilerden tam olarak azad olmuş bir kişi tanısaydık...

24 Temmuz 2014 Perşembe

Medeniyet'in Beşiği

Yanlış anlaşılmalara açık bir konu.

Medeniyet'in beşiği olarak beynimize işlenmiş olan Avrupa'nın birliğinin resmi marşı Beethoven'ın 9. Senfonisi'nin son bölümü olan Neşeye Övgü'dür.

Beethoven hakkıdan biraz farklı açıdan fikrimiz olması için bir dizi video izleyeceğiz şimdi. Sanatçılar eserlerinden dolayı kendilerini bir nevi bizlerden yukarıda gibi görebiliyorlar. Bu onların hakkı mıdır bilemiyorum? Duruma göre bu etrafını iyice aşağılamaya gidebilir mi ya da bir insan müziği ile beraber nasıl şiddeti temsil edebilir? Bizim gibi insanların burada lafının geçmesini beklemesek de, Beethoven'ın yaklaşımı aramızdaki mesafeleri iyice arttırmaktadır. Krallardan, prenslerden, sultanlardan bir çok vardı ama Beethoven sadece bir taneydi.

1) Otomatik Portakal - Beethoven hayranı aşırı şiddet eğilimli baş karakter

2) Leon - Kafada Beethoven çalarken evde katliam (hem de Türkçe dublajlı)


3) Zincirsiz - Köle satış sözleşmesi hazırlanırken, Beethoven'un müziğini duydukça, bir kölenin köpeklere parçalatılmasını hatırlayan Alman


4) ...ve büyük üstad Tarkovsky'nin Nostalji'si. Beethoven ve ölü bebek...


Medeniyetin Beşiği'nin gerektiğinde çıkar uğruna nelere göz yumabildiğini bu günlerde Gazze üzerinden tekrar görüyoruz. O halde sadece maddi refah düzeyi açısından ulusları ve devletleri nazarımızda bir seviyeye koymak ve bu tür toplumlara ait olma isteği bizi çok cezbedici bir iki yüzlülüğe teşvik ediyor. Ben çok etrafta dolanmadan buna yeni vahşi kapitalizm demek istiyorum. Şeytan gibi zaaflarımızdan yararlanıyor.

Zorlama komplo teorileri ile uğraşmak değil derdimiz. Yine de bize tartışılamaz ve üzerine söylenmişlerden öte araştırma yapılamaz tarihi bir olay ile ilgili soruları Ahmedinejad'dan dinliyoruz.


Avrupa'da, İsrail'de, Filistin'de, Suudi Arabistan'da ve diğer bütün ülkelerde her bebek tertemiz doğuyor. Kavimcilik, dincilik ve mezhepçilik yaparak bu bebekleri kirletemeyiz. Bizim savaşımız fikirler ile olmalıdır. Arapların, ABD ile stratejik diye adlandırılan ortaklığı ile beraber onurlarını satmış prensler, leopar evcilleştirmekle uğraşırken, bu duruma karşı kendimiz de bir iki yüzlülük içerisinde miyiz bunu sorgulamak zorundayız.

Son olarak günahıyla ve sebabıyla Suudi Arabistan'ın son gerçek lideri, ABD'de uzun yıllar kalmış öz yiğeni tarfından öldürülen Kral Faysal'ı dinleyeceğiz. Önce aşağıdaki alıntıya bir göz atalım.




15 Mart 2014 Cumartesi

Kısaca Felsefe Dalları (Felsefe-003)

Öncelikle bu dallara ayırma meselesi başlı başına sorunlu bir yaklaşım olabilir. Bu yazıda amacımız temel üç dalı çok yüzeysel olarak açıklamaktır. Zaten detaya girmenin, filozoflar, felsefi akımlar olmadan bir anlamı ve geçerliliği olmayacaktır. Burada ulaşılmak istenen, ileride sıkça duyulacak bu terimler hakkında kısaca fikir sahibi olmak ve kelimeyi gerçek kavrayışı ancak gelecek felsefi okumalarda elde edebileceğimizi göstermektir.

Felsefe dallarını, felsefi akımlarla (örneğin varoluşçuluk) veya felsefi geleneklerle (örneğin Platonculuk) karıştırmamak gerekir. Felsefenin bir dalından bahsettiğimizde, her ne kadar yorumları çok farklı olabilse de büyük ölçüde her dönemde aynı olan manasını yani kastedileni açıklamaya çalışıyoruz.

Genel olarak felsefe üç temel alt dala - Metafizik, Bilgi ve Ahlak Felsefes' - ayrılır. Diğer bilinen dallar, bu dallardan birinin alt dalı olarak kabul edilir genelde.

24 Şubat 2014 Pazartesi

Adalet Sokağı

Doğuştan Gözleri Görmeyen Ressam beyinlerdeki yargılar için çok kanlı bir yıkım olabilirdi.

Üç yaşlarında annesinin yolda yürürken sürekli önüne dikkat etmesini uyarması  sonucu "Galiba diğer insanlarda olup, bende eksik olan bir şey var" diye düşündü.

......

Veysel, yaklaşık dört ay kadar doğuştan görmemenin nasıl olabileceğini anlamaya çalıştı ancak bir yerlere varmak dursun, neredeyse hiç ilerleme kaydedemedi. Evet bunu anlamak mümkün değildi. Geometride kendisini usta hissetmesi yine kendisini kötü hissetmesine sebep oldu. Gözünün önündeki cisimleri, büyüklük, renk ve mesafe olarak anlık diyebileceğimiz bir zamanda belirleyebiliyordu. Cisim ne kadar karmaşık olursa olsun, üzerinde ya da diğer cisimlere göre birbirine dik, paralel hatlar vardı. Bir de tabi perspektif vardı. Hani yolun uzaklaştıkça daralması gibi ya da parmağımızla yaptığımız halkanın içerisine Güneş'i sığdırabilmemiz gibi. Bunu ona anlatmak ne kadar zordu. Anlamasına gerek var mıydı?

Aylarca içinden çıkamadığı bu kavramlar karmaşası meğer esas acımasız yüzünü henüz göstermemişti. Doğuştan Gözleri Görmeyen Ressam, elbette bir ermişti bizim için. Peki bu fevkalade insan yerinde olmak ister miydik? Doğuştan görmeyen olmak ister miydik? Biz aslında" hayat ne kadar acımasız!" demeye alışmıştık. Evet hayat hiç de adil değildi. Doğuştan görmeyen olmak seçilemezdi.

......

Veysel'in "adalet" ile olan büyük sıkıntısı tekrar derinden içini kemirmeye başladı. Gözleri görmeyen bir bebek olabiliyordu.  Bir bebek, Brüksel Saint Louis hastanesinde doğarken, aynı anlarda Ağrı - Doğu Beyazıt'ta da başka bir bebek doğuyordu. Bu ikinci bebek hayata 1-0 değil, makus talihimiz olan 8-0 yenik başlıyordu. Bu kadarla kalsa gene iyi; gözleri görmeyen bebekler de Brüksel'de değil de, doktor olmadığından, malzeme olmadığından ya da herhangi bir şey anlayabilecek gücümüzü toplamamıza izin verilmediğinden buralarda doğuyordu.

Adalet öyle bir kelimeydi ki, çok satılanlar rafından hiç bir zaman inmedi. Avrupalılar'ın yazdığı hukuk beynelmilel kabul gördü. Bunun üzerine ihtisaslar, ihtisaslar üzerine ihtisaslar yapıldı. Garip Veysel bile az biraz kafa patlatınca bu hukuk sistemlerinin aslında pek de kendisi gibi düz insanları korumak için yapılmış olmadığını anladı.

Vatandaş haklarını iyi bilecekti. Yani onun hakkını yiyenlerin başlangıç koşulu olarak herhangi bir şey bilmesi şart değildi. Kendisi bilecekti. Sonra bu bilgiler onu bu konuda ihtisas sahibi birisine gitmesini sağlayacaktı. Bu avukat kardeşlerin de ücretine göre iyisi kötüsü olabiliyordu. Ah evet çok sıkıcı ama yine de tekrarlayalım; iyi ve ya kötü avukata göre hakikatler değişebiliyordu. Çünkü hakikatin bir maksadı olması gerekirdi. Bu maksadın önce iyi belirlenmesi, daha sonra iyi anlaşılmasının sağlanması gerekirdi.

“Asırlardır sultanlar ve führerler tarafından idare edilmiş memlekette Hakikat, ahalinin reyine ve uzlaşmasına dayanıyordu; öyle ki Hakikat, başta hakim sınıf olmak üzere herkesin işine gelmeliydi. Uzlaşmaya dayalı demokrasi varsa Hakikat despot, uzlaşmaya dayalı Hakikat varsa rejim despot olmaktaydı. Bu nedenle memlekette Hakikat mutlak değil, örfi idi. Hatta daha fazlası, hukuki idi de… Hakikat diye kabul edilen şeye dil uzatmanın cezası hapisti. Çünkü hakikat birçok kişinin işine gelmeli, bir işe yaramalıydı.” İ.O.A/G.K.

Doğuştan gelen eşitsizlikler, daha sonra elde edilen eşitsizlikler vardı. Bu eşitsizlikler o kadar çeşitliydi ki, binlerce sayfa yazabilirdi Veysel. Bir gün yazmaya söz verdi.

Bu dünyada adalet var mıydı? Adaleti tam olarak sağlamaya çalışsak da bu mümkün olabilir miydi? İçinden çıkamayacağımız neler neler varmış. Süratli araba kullanıp, bir çocuğa çarpsak, onun hayatına son versek? Yirmi yıl hapis yatınca adalet sağlanmış olacak mıydı? Peki ya otuz ve ya kırk? Ölen çocuk için değişen pek birşey olmuyordu sanki. Veysel de kuralın izin verdiğinden daha hızlı araba kullanmıştı kaç kere. Kırk yıl hapiste yatmayı hak edecek biri miydi peki? Adalete ne olacaktı?

Bu uzun yolculuğun sonunda apaçık elimizde kalan bir tek gerçek vardı. Bu hukuk sistemleri, adalet sağlanması için değil, devletlerin kafası rahat olsun diye vardı. Uyduruktan bir kurallar kitabına bağlamak gerekirdi. (Hatta bunu satarız da!)

"Adalet güçlüden yanadır. N.M."

... ...

Hayat, Doğuştan Gözleri Görmeyen Ressam'a ne kadar adil davranmıştı bilemiyoruz ama onun bir ermiş olduğunu söylüyoruz. Veysel'e yıllardır hayranlıkla okuduğu bu ermişlerden birinin yerine geçme şansı verilseydi o bile bir çırpıda buna razı olabilir miydi? Gözlerin doğuştan görmemesi, eğer o gözler zaten görmeyi yaşamadıysa neden bir eksiklik olacaktı? Nasıl bir eksiklik olacaktı? Belki de Doğuştan Görmeyen Ressam'ın lehine bir eşitsizlik vardı. İnsanların en temel duyusu olan görmenin zorunluluğu onda yoktu. Bunu çürütebilecek ne var elinizde? Adaleti yenemezsiniz ancak aşabilirsiniz.

Uzun bir sokaktı Adalet Sokağı. Bu sokağın ne kadar ilerisine bakmayı başarabilirsek, sokağın o kadar daraldığını göreceğiz. Doğuştan Gözleri Görmeyen Ressam'ın bunu anlaması gerekmiyor.

1 Şubat 2014 Cumartesi

Felsefe Tarihi Ne Anlama Gelir? (Felsefe-002)

"Felsefe tarihi, ortaya çıkan türlü felsefelerde türlü gelişme derecelerinde yalnız tek bir felsefe bulunduğunu ve aynı zamanda bir sistemin dayandığı özel ilkelerin de ancak tek ve aynı bütünün dal budaklarından ibaret olduğunu açıkca ortaya koyar. Son gelen felsefe daha önce gelen bütün felsefelerin sonucu olup bunların hepsinin ilkelerini kapsamak zorundadır." der Hegel.

Elbette bu son derece tartışmalıdır ve aşağıda da bahsedeceğimiz üzere bir çok felsefe tarihçisi bunun tam tersini düşünür.

Felsefe tarihi üzerine düşündüğümüzde, üç temel mesele ile karşılaşırız.

1) Felsefenin başlangıcı için hangi dönemi almak gerekir? MÖ 6 yy.'da Thales tarafından mı ilk olarak ortaya çıkmıştır yoksa daha eskilere - Mısır, Mezopotamya, Hint Alt Kıtası - dayandırmak mı gerekir?

2) Felsefenin, diğer bütün faaliyetleri kapsayan tarihten başka bir tarihinden bahsedilebilir mi? Siyaset, din, sanat tarihlerinden bağımsız bir tarihi var mıdır?

3) Felsefede düzenli bir gelişmeden yani evrimden bahsedilebilir mi? Yukarıda Hegel'in verdiği cevabın sorusudur bu.

Biz tartışmaya tersten başlayalım.

1 Ocak 2014 Çarşamba

Her şey ne anlama geliyor? (Felsefe-001)

thomas nagel what does it all mean ile ilgili görsel sonucu
Yazının ismini Yugoslavya doğumlu Amerikalı, felsefe ve hukuk profesörü Thomas Nagel'in bir kitabından aldım: What does it all mean? Maalesef kitabın Türkçe baskısı tükenmiştir.

Yazının genelinde felsefe yapmanın nasıl bir şey olabileceği hakkında biraz alıştırma yapıyoruz.

--- ---

Bu kitapta felsefi sorgulamaların temel soruları - niçin ahlaklı olmalıyız? nasıl adil olabiliriz? ölüm nedir? gibi - üzerinde duruluyor. Nagel bu kitapta herhangi bir felsefi çalışma yapmadan önce doğrudan sorunlar üzerine odaklanmanın başlangıç için daha iyi bir yol olduğunu gösteriyor ve bunu yaparken neredeyse hiç bir filozof ismi ve –izm belirtmiyor. Sonuç olarak görüyoruz ki aslında insanın felsefeyle olan ilişkisi tarih boyunca yazılıp çizilenlerden değil dünya ile olan ilişkisinden ortaya çıkıyor.