insan ayarlı

1 Şubat 2014 Cumartesi

Felsefe Tarihi Ne Anlama Gelir? (Felsefe-002)

"Felsefe tarihi, ortaya çıkan türlü felsefelerde türlü gelişme derecelerinde yalnız tek bir felsefe bulunduğunu ve aynı zamanda bir sistemin dayandığı özel ilkelerin de ancak tek ve aynı bütünün dal budaklarından ibaret olduğunu açıkca ortaya koyar. Son gelen felsefe daha önce gelen bütün felsefelerin sonucu olup bunların hepsinin ilkelerini kapsamak zorundadır." der Hegel.

Elbette bu son derece tartışmalıdır ve aşağıda da bahsedeceğimiz üzere bir çok felsefe tarihçisi bunun tam tersini düşünür.

Felsefe tarihi üzerine düşündüğümüzde, üç temel mesele ile karşılaşırız.

1) Felsefenin başlangıcı için hangi dönemi almak gerekir? MÖ 6 yy.'da Thales tarafından mı ilk olarak ortaya çıkmıştır yoksa daha eskilere - Mısır, Mezopotamya, Hint Alt Kıtası - dayandırmak mı gerekir?

2) Felsefenin, diğer bütün faaliyetleri kapsayan tarihten başka bir tarihinden bahsedilebilir mi? Siyaset, din, sanat tarihlerinden bağımsız bir tarihi var mıdır?

3) Felsefede düzenli bir gelişmeden yani evrimden bahsedilebilir mi? Yukarıda Hegel'in verdiği cevabın sorusudur bu.

Biz tartışmaya tersten başlayalım.


Felsefe ilerlemekte midir?

Yukarıda alıntılanan Hegelci düşüncenin biraz daha hafifi aslında Aristoteles'de de görülebilmektedir. Aristotele bir mesele üzerine düşüncelerini belirtmeden önce, kendisinden önceki tüm görüşleri ortaya koymaya çalışır ancak kendisinden önceki görüşleri kendi görüşlerinin eksiği, bir hazırlığı olarak ele alır.

Hegel'in zıttına felsefelerin birbirlerini izlediğini ve gelişim aşamalarının birbirini takip ettiğine itiraz eden çok felsefe tarihçisi vardır. Peki bu Hegelci ilerleme görüşün altında yatan sebep nedir?


Teleoloji (Erekbilim)

Doğa, insan ve toplumun ereklerle yönetildiğini öne süren öğretidir. Erek: gaye, hedef, maksat anlamlarına gelir. Mantık ve metafizikte bir şeyin yapılma nedeni ya da varlık nedeni anlamını verir. Bir şey yapılırken varılmak istenen sondur. Hegel ve Aristoteles dünyaya teleolojik perspektiften bakarlar. Teleolojik bakışa göre oluşun mantığı, gizemi, anlamı ereğinde saklıdır. Yani her şey bu erek tarafından belirlenmiştir. Ancak bu bakış açısı bugün artık neredeyse tamamen terk edilmiştir. Darwin'in canlılarla ilgili teorisi teleolojik değil, tamamen mekaniktir örneğin.

Teleolojik bakışa göre, doğal olarak felsefe de ereğine doğru ilerleyecek ve gelişecektir. Bu sebeple Aristoteles ve Hegel felsefenin mutlak bir ilerleyiş içinde olduğunu düşünürler.


Elbette felsefe bir açıdan ilerlemektedir

Diğer taraftan felsefe elbette ki birbirinden bağımsız düşüncelerden ibaret değildir. Platon'un Sokrates'i izlemesinin bir mantığı vardır ama bu zorunlu bir mantık olmayabilir. (Kimilerine göre bu zorunlu bir ilerme, bazılarına göre zorunlu olmayan bir ilerlemedir)

Herakleitos - Parmenides çatışması güzel bir örnek olarak ele alınabilir. Bu iki filozofun temel görüşleri birbirinin tamamıyla tersidir. Bu durumda sonra gelenin önce gelenin bir ilerlemesi olarak ele alınması pek akla yatkın gelmemektedir. Felsefe tarihi boyunca etki - tepki, tez - antitez ilişkisini görmekteyiz. Bu da bir tek felsefenin var olduğunu ve bunun tarih boyunca kendini azar azar gösterdiği görüşüyle bir karşıtlık içerir. Düşünce yoktur, düşünceler vardır. Felsefe yoktur, felsefeler vardır. Platon, Farabi, Kant, Foucault ve onların kuramları vardır.


Etkenlerin Belirlenmesi

Felsefi, kültürel ya da tarihi olgular incelenirken etkenlerin belirlenmesi çok da kolay bir iş değildir. Doğa olaylarının etkileri belirli kategorilerle, kabullerle sadeleştirilerek bilimin ilerlemesi için engel teşkil etmeyecek hale getirilebilir. Bir taşın düşmesini incelemek ile Thales'in ana madde olarak  suyu kabul edişini incelemek oldukça farklı şeylerdir. Diğer taraftan da, etkenlerin ayrımının da elbette yapılması gerekir aksi takdirde sonsuz etkenle boğuşmak zorunda kalırız.

Çözüm: felsefe tarihi alanında şüphesiz çok fazla etken söz konusudur ve bunların mümkün mertebede göz önüne alınaması gerekmektedir. Ne olursa olsun bu etkenler sınırlandırılmak zorundadır. Bazılarına daha fazla önem verilmeli ve daha detaylı incelenmelidir.


Filozoflar da İnsandır

Felsefe tarihini incelemek bir yandan da filozofları incelemek anlamına da gelir. Ancak bunu tam manasıyla nasıl yapabiliriz? Filozoflar da belirli bir psikolojik ve fizyolojik duruma sahip insanlardır. Bunun yanında belirli bir toplumun ve kültürün parçasıdırlar. Hatta ait oldukları toplumun parçası olmaları kadar, toplumun yaşadıkları dönemdeki şartları da değişiklik gösterecektir. Örneğin Epiküros'un haz tanımı acının yokluğudur. Acaba bunun sebebi bütün hayatı boyunca gut hastalığından acı çekmiş olması mıdır? Ya da Platon'un demokrasi karşıtlığı Atina Demokrasisi'nin Sokrates'i idam ettirmiş olması mıdır? Bu bakış açısı çoğumuza göre makuldur ancak şunu da unutmamak gerekir. Hayatında fazla acı çekmemiş bir kişi de hazzın tanımını yaparken gözlemlerini ve aklını kullanarak benzer sonuçlara ulaşabilir. Ya da Sokrates'i seven ve ölümüne üzülen tüm öğrencileri demokrasi karşıtı olmamıştır.


Bağımsız Felsefe Tarihi Mümkün müdür?

Bir felsefi düşünceyi açıklamak ancak başka bir felsefi düşünce tarzıyla mümkün olabilmektedir. Yani felsefi düşünceler arasında bir takım ilişkiler vardır, birbirlerinin doğuşlarına sebebiyet vermiş olabilirler. Eğer felsefe tarihi, diğer tarih dallarından tam manasıyla bağımsız ise bu filozofların uzay-zaman dışı yaratıklar olarak kabul etmemiz anlamına gelir. Elbette bu biraz abartılı olacaktır ama bir yandan da ufuk açıcı bir görüştür.


Uzay-Zaman Dışı Filozof

Uzay ve zaman dışı olmak, dünyanın bilinen tarihinden bağımsız olmak manasında kullanılır. Bunu felsefenin kendi içindeki gelişimiyle karıştırmamak gerekir. Bir felsefi düşünceyi açıklamanın en uygun yolu kendinden önceki görüşleri incelemek olduğu makul görünen bir iddiadır. Ancak kendinden önceki görüşlerin yanına dönemin şartlarını ve siyasal-kültürel olaylarını da eklemek gerekir. Sonuç olarak varacağımız sonuç bu sorunun cevabı net olmadığıdır. Bağımsız bir felsefe tarihi, insanlık tarihinden tam manasıyla bağımsız değildir ama diğer yandan da tam manasıyla bağımlı da değildir. İlki bizi her felsefi görüşü öncekilerin bir çıktısına indirgeme hatasına götürürken, ikincisi ise eski görüşlerin neredeyse hiç bir önemi kalmadığı düşüncesine götürür. Felsefede eski ve yeni sürekli içiçedir. Aristoteles'in müthiş külliyatındaki mevzuların büyük kısmı Platon tarafından da işlenmiştir. İlerleme çok yavaş gibi görülebilir ama aslında Platon'dan önce de Platon'un üzerine çalıştığı konular, çalışılmıştır. Hatta Platon'a Pisagorcu, Parmenidesçi ve Sokratesçi diyenler de vardır. Tam da sözünü ettiğimiz içiçelik budur ve felsefenin doğası gereğidir.


Felsefenin Tarihselliği - Bilimin Tarihselliği

Felsefenin tarihselliği anlamak için basit bir örnek alalım. En modern filozofların bile görüşleri incelenirken Antik Yunan filozoflarına geri dönmemiz gerekebilmektedir. Halbuki atomlar üzerine çalışan bir fizikçinin Dalton atom modelini bilmesi, entellektüel bir merakı gidermek dışında mesleki olarak bir şey ifade etmez çünkü şu anda atom modeli son derece gelişmiş kuantum modeli olarak incelenmektedir ve bilim bu yönde ilerlemektedir. Fen bölümlerinde bilim tarihi dersi genelde okutulmazken, felsefe bölümlerinde okutulmaktadır bu duruma uygun bir biçimde.

Doğa bilimleri inanılmaz bir ilerleme sonucunda şu anda felsefeden tamamen ayrılmıştır. Ancak Yunan felsefesinin başında bu hiç de böyle değildi, aralarında bir çizgi yoktu. Öyleyse şu anda felsefe içinde değil de, bilim içinde değerlendireceğimiz bazı antik çalışmaları nasıl incelemeliyiz? Jeoloji, coğrafya, astronomi, biyoloji v.b. disiplinlerine girecek bu çalışmaları doğrudan felsefe tarihi dışı mı saymalıyız? Bu biraz acımasızlık olacaktır. Filozofların doğayla olan ilişkileri, şu an bazen bizi güldürecek kadar tuhaf olabilse de esas özü anlayabilmek adına çok değerlidir. Yine de insanlar şu anda filozofların daha çok salt felsefe konusu olan ahlak, bilgi, siyaset v.b. konulardaki çalışmalarına daha çok ilgi göstereceklerdir haliyle.


Felsefenin Tarihselliği - DinlerinTarihselliği

Felsefe ile bilim arasıda tarihsel süreçteki ayrılma felsefe ile din arasında aynı oranda yaşanmamıştır. Felsefe ile dinin, "anlamlandırmak" diye adlandırabileceğimiz bir amaç benzerliği vardır. Öyleyse felsefe tarihinde dinler ve dinler tarihi çok daha fazla karşımıza çıkacaktır.


Felsefenin Başlangıcı

Felsefenin nerede başladığı sorunu göz ardı edemeyeceğimiz ancak diğer bir yandan da tam olarak bir sonuca ulaşamayacağımız bir başka sorun gibi duruyor. Öncelikle karşımıza temel bir sorun çıkar; felsefenin tanımı. Herkesin kabul ettiği bir tanım yoktur.

Felsefenin doğuşu için İyonya - bugünkü Batı Anadolu - bölgesinin özel bir önemi tartışmasızdır. Ancak başlangıç olarak Mezopotamya'yı veya Mısır'ı hatta Çin'i ve Hindistan'ı kabul edenler de vardır.

Aritoteles ilk büyük felsefe tarihçisi kabul edilir ve o da felsefenin başlangıcını İyonya'lı Thales'e dayandırır, ve bu bakış yüzyıllardır en çok kabul edilen görüş olmuştur.

Felsefe'nin başlangıcını Yunan dışında başka bir uygarlığa verdiğimiz de kolektif-mitolojik-dinsel-dogmatik dünya anlayışlarının felsefe olduğunu kabul etmekteyiz fakat buna felsefe denmesinin ne kadar doğru olduğu tartışmalıdır. Felsefe akla dayanmalı, bireysel ve eleştirel olmalıdır. Bu filozofun, toplumun gelenekleriyle, diniyle, mitolojisyle alakadar olmadığı anlamına kesinlikle gelmemelidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder