insan ayarlı

18 Mayıs 2010 Salı

duyarsızlığın tarihçesi

Islak ve yapışkan aynı zamanda çok da soğuk bir sabahtı. Otobüste her zaman bir kişilik daha yer olduğunu bilen "dışardakiler" ile bunun tersini iddia eden "içeridekiler" arasındaki ezeli rekabet homurdanmalar ve bazı ufak atışmalarla devam ediyordu. Bu durumu son derece soğukkanlılıkla izleyen şöför, halk ile muhatap olarak, çok sağlam bir temele oturtmuş olduğu karizmasını resetlemeye niyetli değildi.

Şimdi metrekarede en az yedi kişi olacak şekilde ve herhangi bir yere tutunma ihtiyacı duymadan ayakta durabiliyorlardı. Cep telefonu icat olunalı uzun zaman olmasına rağmen otobüste cep telefonu olmayan onbir aylık bir bebek ve yetmişdört yaşındaki nine sayılmazsa, bir tek kendisi vardı. Sabah'ın bu saatinde somurtkan bir kızın telefonu çaldı, bu melodi bir anda otobüste korku dolu soğuk bir rüzgar estirdi. Anlaşılan tamamen sohbet amaçlıydı bu sabahın  körü araması ve kızın suratında meydana getirdiği olumlu(!) değişikliğe oldukça şaşırdı. Alt kat komşusu da uzun süre kendisi için gizemini korumuştu mesela. İkisini benzetti bir an. Her zamana uzun pardesü giymesi, hiç gülmemesi, kalın, uzun ve güzel bıyıkları, kısa ama hızlı adımlar atması, kendisi gibi sabah erken çıkıp gece geç gelmesi ve belli belirsiz günaydın'ı ile Battal Gazi ile Darth Vader karışımı bir prestiji vardı üzerinde. Sonra çok sevilen apartman toplantısında konuşma imkanları oldu ilk ve adamın aslında radyo programcısı son derece cıvık birisi olduğunu gördü. Belki bir kez daha oturup konuşsalar bu sefer de cıvık ama içli bir adam olduğunu düşünecekti. Halbuki biz sizi müsteşar yardımcısı zannetmemiş miydik?

Duyargaları açık duyarlılar tarafından sabah muhabbetbazı kızcağız sert bir şekilde bertaraf edildi elbette. Uzun bir süre "Ne kadar düşüncesiz insanlar var cık cık cık" sesleri de devam etti. Uçurum kenarında yokuş aşağıya 185 km süratle giden bir araçta olsa ve yanındaki cep telefonu ile konuşsa dahi uyarmak onu için imkansıza yakındı. Daha geçen gün yanında nükleer bomba patladı da kalkıp iki adım öteye kaçmadı.

Eve geldiğinde ulusal televizyonda gene bilgilendirici bir program vardı. Programın tek amacı araçlarda cep telefonu kullanımının riskleri üzerine halkı bilinçlendirmekti. Sunucu önce bir açılış konuşması yaptı ve araçlarda cep telefonu kullanmamamız gerektiğini anlattı ve elektromanyetik alan dalında uzman bir profesör bağlandı telefona. Sunucu hanım; "Cep telefonlarının araçların fren sistemlerinde ne kadar zararlı olabildiğini biliyoruz, halkı bilinçlendirmek adına sizin görüşlerinizi de almak istedik." dedi. Profesör; "Cep telefonlarının araçlarda kullanılmasının hiçbir sakıncası yoktur, ben hep kullanıyorum." dedi. Bunun üzerine sunucunun suratında çeşitli gerilmeler ve renk geçişleri yaşandı. Profesör bu konudaki ısrarlı tavrını korudu ve program apar topar bitirilmek durumunda kaldı.

Şimdi ne geçti eline? Koca bir hiç! Cep telefonu ile konuşanı uyaranları uyarmak lazımdı belki de tabiki bunu da yapmayacaktı. Tepki vermemekte en zorlandığı sinemada korku filmlerine gülenler oluyordu ama bu konuda da başarılı olmuştu yıllardır. Sırada öne kaynamalar ise çok olağandı onun için. Yapmayana ayıp!

Bu tarz şeyler çok mu bayağı, ya da kendisi mi çok bayağı? Yere çöp atmazdı da atana da bakmazdı ya da Yeşil Barış ile balina avcıları ile mücadele etmeye niyeti yoktu her türlü hayvanat ile iyi anlaşabiliyor olmasına rağmen. Ozon tabakası delinmişti ya da sokak çocuklarının yardıma ihtiyacı vardı. Belki artık bir yerden başlamak gereklidir.

Duyarsızlığın tarihçesi bundan ibarettir. Ne olursa olsun, yapılanlar her zaman birileri için boş olmaya mahkumdur. Yoksa çok mu duyarlıydı da tezatlar üzerine kurulu bu dünyada tam tersi gibi hissediyordu kendini?

1 yorum: