"Ben çıkıyorum, siz de dükkanı kapatıp gelirsiniz" dedi babası, cuma namazlarına 43 dakika erken gidip vaaz dinlerdi çünkü. Kendisi de elindeki birkaç işi bitirmeye koyuldu. Sonra dükkanın demir kapılarını kapatıp mescide gittiler çalışma arkadaşlarıyla beraber.
Yıllar önce de bu dükkana gelmeyi severdi. O zamanlar bir işçileri vardı, Herkül duruşu olmasa da kuvvet olarak eksiği değil fazlası olan. Yılda 15 gün fındık toplamaya memlekete giderdi, adı da Dursun'du. O zaman kendisine en sevdiği iş çıkardı - çelik kesmek. Yazıhane'den sipariş gelir Ø80x150 - 38 Adet - 4140 Kalite Çelik. Hayatında yaptığı en ciddi iştir, 150 mm'yi tam tamına tutturmak için cetvelle 5-6 dakika uğraştığı olurdu tek kesim için. Sonra kesilenleri ölçerdi, testerenin kesme payı ne kadarmış, ölçtüğünden ne kadar kısa kesmiş diye. Duruma göre bir sonraki kesimi düzeltirdi. Mengeneyi iyi sıkmak lazım yoksa malzeme dönebilir ya da kesim eğri olabilirdi. Sonra otomatik testereler çıktı, uzunluğu ve adeti girmek yetiyordu malzemeyi bağladıktan sonra. Mertlik bozuldu kendisine göre.
Gittikleri yer sanayi sitesinin içerisinde bir mescitti. Herkes mümkün olduğunca iyi temizlenirdi ama yine de mescite girdiğinde derin bir yağ ve pas kokusu hissedilirdi. Tiksinç mi? Ona göre hiç değldi. Sanayi böyleydi işte, dükkanda çalıştığın masada menemen yemek garip değildir. Birisiyle ilk tanıştığında bile "bey" demek saçmadır, sokakta bayan görmek uzaylı görmek gibidir. "İşler nasıl"a Allah'a şükür demek gereklidir. Çok işçi vardır, çok gariban vardır. Bir yandan üzer seni, bir yandan kendinin de aslında birşey olmadığını anlarsın. Bunca yıl okumuşsun, büyük firmalarda çalışmışsın ama gel gör bu kaportacı çocuk senden çok daha anlamlı konuşuyor. Ne olursa olsun yabancısın, içine girmek istemezsin, istediğin zaman giremezsin. Kaderin bu, hiçbir zaman onlar gibi olamazsın.
Parasızlık! Sanayide bakkalları hala var neyseki. Bir buçuk liraya tost, ekmek arası eski kaşar, beyaz peynir, kavurma, yağ-bal, yaz helvası alınabilir. Apo bunları hazırlarken eldiven de takmaz. Veresiye de yazılabilir. Kaçınılmaz sohbetlerden biri; "Bu bakkal Apo çok iyi para kazanıyor.".
Ezan vakti geldi. Bir minare ya da ses sistemi yoktu bu mescitte. Ezan sesi duyuldu yakınlardaki bir camiden. Peki şimdi ne olacak diye düşündü. Sandalyede oturan yaşlı bir amca ayağa kalktı, sakin ama emin adımlarla yürüdü ve pencereyi açtı. Elleriyle kulaklarını kapatıp caddeye doğru çıplak sesiyle ezan okumaya başladı.
2010 yılının İstanbul'unda? Uzay çağında? Avrupa'da? Komik mi?
Burası sanayi, burasının kuralları başka. İstediğin herşeye gülemezsin, hor göremezsin. Yan masana e-posta attığını görse buradakiler ya da çay saatlerinin kendi insiyatifinde olmadığını... Bayramlaşmak bile kurumsal, mis gibi yemeklerden sürekli şikayet eden ablalar var. Servis şöförü çok kroymuş çıkarılsın demek ekmeği ile oynamak değil mesela. Daha doğrusu ekmek ne?
Camı açıp ezan okuyan birisini gördü ya günü güzel gececekti. Sonradan öğrendi ki bu yaşlı amca babasının ahbabı olurmuş.
Yıllar önce de bu dükkana gelmeyi severdi. O zamanlar bir işçileri vardı, Herkül duruşu olmasa da kuvvet olarak eksiği değil fazlası olan. Yılda 15 gün fındık toplamaya memlekete giderdi, adı da Dursun'du. O zaman kendisine en sevdiği iş çıkardı - çelik kesmek. Yazıhane'den sipariş gelir Ø80x150 - 38 Adet - 4140 Kalite Çelik. Hayatında yaptığı en ciddi iştir, 150 mm'yi tam tamına tutturmak için cetvelle 5-6 dakika uğraştığı olurdu tek kesim için. Sonra kesilenleri ölçerdi, testerenin kesme payı ne kadarmış, ölçtüğünden ne kadar kısa kesmiş diye. Duruma göre bir sonraki kesimi düzeltirdi. Mengeneyi iyi sıkmak lazım yoksa malzeme dönebilir ya da kesim eğri olabilirdi. Sonra otomatik testereler çıktı, uzunluğu ve adeti girmek yetiyordu malzemeyi bağladıktan sonra. Mertlik bozuldu kendisine göre.
Gittikleri yer sanayi sitesinin içerisinde bir mescitti. Herkes mümkün olduğunca iyi temizlenirdi ama yine de mescite girdiğinde derin bir yağ ve pas kokusu hissedilirdi. Tiksinç mi? Ona göre hiç değldi. Sanayi böyleydi işte, dükkanda çalıştığın masada menemen yemek garip değildir. Birisiyle ilk tanıştığında bile "bey" demek saçmadır, sokakta bayan görmek uzaylı görmek gibidir. "İşler nasıl"a Allah'a şükür demek gereklidir. Çok işçi vardır, çok gariban vardır. Bir yandan üzer seni, bir yandan kendinin de aslında birşey olmadığını anlarsın. Bunca yıl okumuşsun, büyük firmalarda çalışmışsın ama gel gör bu kaportacı çocuk senden çok daha anlamlı konuşuyor. Ne olursa olsun yabancısın, içine girmek istemezsin, istediğin zaman giremezsin. Kaderin bu, hiçbir zaman onlar gibi olamazsın.
Parasızlık! Sanayide bakkalları hala var neyseki. Bir buçuk liraya tost, ekmek arası eski kaşar, beyaz peynir, kavurma, yağ-bal, yaz helvası alınabilir. Apo bunları hazırlarken eldiven de takmaz. Veresiye de yazılabilir. Kaçınılmaz sohbetlerden biri; "Bu bakkal Apo çok iyi para kazanıyor.".
Ezan vakti geldi. Bir minare ya da ses sistemi yoktu bu mescitte. Ezan sesi duyuldu yakınlardaki bir camiden. Peki şimdi ne olacak diye düşündü. Sandalyede oturan yaşlı bir amca ayağa kalktı, sakin ama emin adımlarla yürüdü ve pencereyi açtı. Elleriyle kulaklarını kapatıp caddeye doğru çıplak sesiyle ezan okumaya başladı.
2010 yılının İstanbul'unda? Uzay çağında? Avrupa'da? Komik mi?
Burası sanayi, burasının kuralları başka. İstediğin herşeye gülemezsin, hor göremezsin. Yan masana e-posta attığını görse buradakiler ya da çay saatlerinin kendi insiyatifinde olmadığını... Bayramlaşmak bile kurumsal, mis gibi yemeklerden sürekli şikayet eden ablalar var. Servis şöförü çok kroymuş çıkarılsın demek ekmeği ile oynamak değil mesela. Daha doğrusu ekmek ne?
Camı açıp ezan okuyan birisini gördü ya günü güzel gececekti. Sonradan öğrendi ki bu yaşlı amca babasının ahbabı olurmuş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder