insan ayarlı

9 Mart 2016 Çarşamba

Son model insan

“İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa ve tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması… İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu… İçimizde şeytan yok… İçimizde aciz var… Tembellik var… İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var…”

S.A., İçimizdeki Şeytan


--- ---

Ömrümüzü törpüleyenler; bir türlü karar veremeyenler.

--- ---

Sabah kalkınca boğazında ağrı varsa "bunun nedeni nedir?" diye sormayan insan vurdumduymazdır. Dün otobüs beklerken esintide mi kalmıştır yoksa soğuk su mu içmiştir? Evet, çevremizdekilerin neredeyse tümü hızlıca ulaşabileceğimiz neden-sonuç ilişkilerine son derece ilgiliyken, emek gerektiren birazcık uzun süreli değerlendirmelerden uzak durur. (Günlük olayları değerlendirmeye yeterince(!) vakit ayırmayan insan tembel ve gamsız olarak kabul edilir.) Çünkü insan aslında çok düşününce, sorusuna herhangi bir cevap almaktan git gide uzaklaşır. -Soruların cevapsız kalması ölümcül bir günahtır- Cevapların aslında aradığı şey olmadığını anlar. Kimileri için cevapsız kalmak zamanla istenen şey olsa da neredeyse hepimize acı verir çünkü cevapsızlık şüpheyle kol kola gezer. Daha önceki bilinenlere de şüpheyle bakılmasına yol açar.

Meğerse bu şüpheler hayatımızı mahveden, bize acı veren hücrelerdir. Bu küçük ve kapalı hücrelerden kaçışımız mümkün olmadığından, hücrenin daha da küçük parçacıklarına bakmaya başlarız.



İşte bu kadarcığı bile, ciddiyetle tanımlanmış başarıya yeteri kadar ulaşmamıza manidir. Bu kusursuz düzen, bu tür kuşkucu oluşumları da bir şekilde değerlendirmeye uygundur ancak. O yüzden tam anlamıyla dibe vurmamız da engellenmiş olur. Bu kadar derin şüpheler duyacak kadar kafasını kullanmaya yetkin kişi, hayatta kalacak kadar hayata ayak uydurabilir muhakkak ki. Maalesef ne olursa olsun yine de utanırız. Etrafımızdakilerin gözlerinden, sözlerinden utanırız. Biz onları her zaman anlayabilecekken, kendilerini bize anlatabilmeleri her daim mümkünken, kendimizi tek kelimesi bile anlaşılacak şekilde ifade edebilmemiz pek mümkün olmayacaktır. İnsanların böyle şeylere de vakitleri yoktur vesselam. -Utançtan kurtulamamak...-

Şüphelerin kafayı meşgul etmesi, bu meşguliyetin insanı başka düşüncelere itmesi ve hissedilen acı neyse... Bir de üstüne milyonluk şehirde yalnızlık hissetmek vardır. Konuştuklarından konuşan insan bulamazsın. Bulduğunu zannetsen de senin için fazla olurlar, çok üst perdeden yürür her şey. İçi dolu mu, boş mu anlayamazsın.

Hayatımızın doluluk oranını, mesajlardaki karakter sınırı gibi ayarlarsak sorunların çoğundan uzak kalmış oluruz. Bu aslında kafamızdaki kısır döngülerin kısa devresi olur ve ani, sahte bir rahatlık hissederiz. Hastalığın tekrarı muhtemelen daha şiddetli gerçekleşir. O zaman belki de bu vurdumduymazlık lanetine teslim olup, biraz daha derinlere dalmak gerekli.

İş hayatında insanların yeteneklerine göre değil, dalkavukluklarına göre bir yerlere geldiği teorileriyle uğraşmamaktayız. Bizim ilglilendiğimiz, iş hayatındaki başarıyı getiren çalışma şeklinin (iş üretim şeklinin) aslında özümüzle ne kadar eşleşmiş olduğudur. Yapmamız gerekenler, tam olarak ne zaman insan olmanın da yüksek erdemleri olarak ilan edildi bunu merak etmek iyi bir başlangıç olabilir.

Hiyerarşiye saygı, çalışkanlık, planlı olmak ve yaptıklarını amirlerine iyi aksettirmek temiz bir iş ortamında belki de başarıya giden temel öğelerdir. Peki bunlardan hangilerinde sürekli kendimizi geliştirmek, emekli olduğumuzda yaşayacağımız hayatta bize istediklerimize giden yolda kolaylıklar sağlayacaktır. Görünen o ki tüm aşamalardaki tecrübelerimiz sadece ve sadece gelecekteki işimizin o ilgili aşamasında bize faydalı olacaktır. Sonucu bunamak ile bitecek bu çaba niye diye bile sormaya korkarız.

Herhangi bir terfisi olmayan çalışan, bu durum karşılığında para ve itibar olarak geri kalabilir. Daha ötesi güzel karşı cinsinin sevgisine bile layık olamayabilir. Hagisine daha çok üzülmek gerekir? Bunlara ulaşamamış olmasına mı yoksa bundan sonra bunlara ulaşmak için daha çok çalışacak olmasına mı?

İş hayatındaki mevkimiz, neredeyse itibarın tek kaynağıyken ve insanların tümü az çok diğerleri tarafından kabul görmek isterken, yapmamız gereken aslında kısa zamanda çok fazla sonuç elde etmektir. Kısıtlı veriden çok büyük sonuçlara gitmektir. Bir matematikçi, bir sonuç olarak kullanımımıza verilen yarım satırlık denklemin 250 sayfa ispatını yaparken, son model insan anlık hareketlerden diğer bir insanın karakteri, ruh hali, geçmişi, ailesi hakkında kendinden çok emin sonuçlara gidebilir. Yapılması gereken tartışmasız budur. 60 yaşında saygı duyduğumuz çok sayın bir abimiz sofrada bize bu nasihatı verecektir. Bin kere düşünüp bir kere kesmek yerine, bir kere düşünüp bin kere kesmek gerekir.

Ağaçların birbiriyle konuşup anlaşma ihtimali, insanlarla konuşup doğru kanılara varma ihtimalimizden daha yüksek gibi duruyor. İşte tam bu noktada, kendimize neden sonuçlara bu kadar tutkuyla bağlı olduğumuzu sormamız gerekir belki de. (Cevap: çünkü elimizden daha fazlası gelmez.) Hayatın her anında derinlemesine düşünmeler, kendinle yaptığın istişareler geç kalmadır. "Kapital" bizi sabah işe diğer türlü kolay kolay gönderemez.

Acele ve acımasız kanılarımız nedense kendimiz için de diğer gözlerde durumun çok farklı olmadığını aklımıza getirmez. Bu noktadan sonra durum daha kesif bir karanlık hal almaktadır. Bu hal talihimiz yaver giderse sadece içinden çıkılmaz bir hüzün olarak bize geri dönecektir. Etrafımıza baktığımızda kişiliksizlik diye adlandırabileceğimiz davranışları en başta kendimizce makul bir gaye uğruna yavaş yavaş yapmaktaydık. Kendimizin bile farkedemeyeceği bir süreçten sonra İçimizdeki Şeytan artık apaçık ortaya çıkacaktır. Belki bu zavallının bunları yazarken yaptığı da, ilim ve sanatla uğraşmak da bunu değiştiremeyecek, bilakis sonucun katiyetini güçlendirecektir.

--- ---

Mesela herhangi bir gün müthiş bir iç sıkıntısı seni boğar. Hayat sana karanlık, manasız gelir. İnsan, biraz evvel senin zırvaladığın gibi felsefeler yapmaya başlar. Hatta yavaş yavaş onu da yapamaz ve canı ağzını açmayı bile istemez. Hiçbir insanın, hiçbir eğlencenin seni canlandıramayacağını sanırsın. Hava sıkıcı ve manasızdır. Ya fazla sıcak, ya fazla soğuk, ya fazla yağmurludur. Gelip geçenler suratına salak salak bakarlar ve on para etmez işlerin peşinde, bir tutam otun arkasından koşan keçiler gibi dilleri bir karış dışarı fırlayarak dolaşırlar. Aklını başına derleyip bu pis ruh haletini tahlil etmek istersin. İnsan ruhunun çözülmez düğümleri bir muamma gibi önüne serilir. Kitaplarda okuduğun depresyon kelimesine bir cankurtaran simidi gibi sarılırsın. Çünkü nedense hepimizde, maddi olsun, manevi olsun, bütün dertlerimize bir isim takmak merakı vardır, bunu yapamazsak büsbütün çılgına döneriz. Mamafih insanlarda bu merak olmasa doktorlar açlıktan ölürlerdi. Bu depresyon kelimesine yapışıp iç sıkıntısının uçsuz bucaksız denizinde bocalarken karşına uzun zamandan beri görmediğin bir ahbap çıkar. Kılık kıyafetinin düzgünce olduğunu görür görmez derhal aklına kendi meteliksizliğin gelir ve gafil dostundan, talihin varsa bir iki lira borç alırsın… İşte ondan sonra mucize başlar. Şiddetli bir rüzgar ruhundan bir sis tabakasını sıyırıp götürmüş gibi içinin birdenbire aydınlandığını, bir hafiflik, bir genişlik duyduğunu görürsün. Eski sıkıntı pır deyip uçmuştur. Gözlerin etrafa memnuniyetle bakar ve sen de gevezelik edecek bir arkadaş aramaya başlarsın. İşte, iki gözüm, ciltlerle kitabın, saatlerce tefekkürün yapamadığı işi iki kirli kağıt başarır. Sen ruhumuzun bu kadar ucuz bir bedel mukabilinde takla atmasını haysiyetine yediremediğin için belki daha asil sebepler peşinde koşarsın, gökyüzünde birkaç yüz metre daha yükselen bir bulut, yahut ensene doğru esen serince bir rüzgar, yahut o esnada aklına gelen zekice bir fikir, sana bu değişmenin sebebi gibi görünmek ister. Fakat söz aramızda, iş bunun tamamıyla aksinedir, cebimize giren iki lira sayesindedir ki havanın biraz açıldığını görmek, rüzgarın serinliğini hissetmek, hatta akıllıca şeyler düşünmek mümkün olmuştur… Kalk, iki gözüm, iskeleye geldik. Günün birinde ya çıldıracağız, ya dünyaya hakim olacağız. Şimdilik bir rakı parası bulmaya çalışalım ve parlak istikbalimizin şerefine birkaç kadeh içelim.

S.A., İçimizdeki Şeytan

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder