insan ayarlı

1 Ocak 2014 Çarşamba

Her şey ne anlama geliyor? (Felsefe-001)

thomas nagel what does it all mean ile ilgili görsel sonucu
Yazının ismini Yugoslavya doğumlu Amerikalı, felsefe ve hukuk profesörü Thomas Nagel'in bir kitabından aldım: What does it all mean? Maalesef kitabın Türkçe baskısı tükenmiştir.

Yazının genelinde felsefe yapmanın nasıl bir şey olabileceği hakkında biraz alıştırma yapıyoruz.

--- ---

Bu kitapta felsefi sorgulamaların temel soruları - niçin ahlaklı olmalıyız? nasıl adil olabiliriz? ölüm nedir? gibi - üzerinde duruluyor. Nagel bu kitapta herhangi bir felsefi çalışma yapmadan önce doğrudan sorunlar üzerine odaklanmanın başlangıç için daha iyi bir yol olduğunu gösteriyor ve bunu yaparken neredeyse hiç bir filozof ismi ve –izm belirtmiyor. Sonuç olarak görüyoruz ki aslında insanın felsefeyle olan ilişkisi tarih boyunca yazılıp çizilenlerden değil dünya ile olan ilişkisinden ortaya çıkıyor.


Felsefe - Bilim Ayrımı

- Bilim deneye de güvenirken, felsefe sadece düşünceye dayanır.
- Matematikte olduğu gibi biçimsel kanıtlama yöntemleri yoktur. Örneğin pisagor teoreminin çeşitli ispatları vardır ve bunlar bize doyurucu sonuçlar verir. Ancak felsefi sorunlarda böyle sonuçlar bekleyemeyiz.
- Felsefe, yalnızca sorular sorar, düşünceleri tartışır.
- Bir tarihçi belirli bir zaman dilimini incelerken, filozof «zaman nedir?» diye sorar. Bir matematikçi sayılar arasındaki bağıntıları incelerken filozof «sayı nedir?» diye sorar. Aslında konunun özü gibi duran bu tip sorular, o disipline ait birisi tarafından genellikle anlamlandırılamaz, cevaplanamaz. Bu tür kavramlar o displinin uzmanı tarafından bilinir ama anlamlandırılmak zorunda değildir. Benzer şekilde bir sinema salonuna bedava giren birisine yaptığının yanlış olduğunu söyleyebiliriz ama felsefe olaya «bir eylemi yanlış ya da doğru kılan nedir?» diye bakar.


Felsefi Sorgulama Aletleri

Felsefe bir sorgulama egzersizidir bir yandan. Ne olduklarını bilmediğimiz kavramlar aslında medeniyetin ilerleyişinin temel taşlarıdır. İlk seferde gördüklerimiz bize yetmiyor ve kavramlar hakkında daha derin bir kavrayışa ulaşmak istiyoruz. Ancak kavramın kendisini de sorgulamaya başlıyor felsefe. Daha da derinleşmek istemek de elimizde kullanabileceğimiz aletler azalacaktır. Örneğin "zaman nedir?" sorusunu ele aldığımızda, başta zar zor da olsa bir kaç kelime edebilsek de sonra neredeyse ilerleyecek hiç bir yol bulamayabiliriz. Felsefede asıl mesele cevap vermekten ziyade, problemi kendi problemimiz gibi görüp, üzerine düşünmektir.


Bir Alıştırma - Herhangi Bir Şeyi Nasıl Biliyoruz?

Aşağıdakilerin var olduğuna hiç şüphe duymadan inanıyoruz:
- Güneş
- Oturma odanızda kahverengi-yeşil bir Uşak halısı
- Komşunuz Necati Amca
- Fatih Sultan Mehmet
- Su molekülü olarak H2O

Neden şüphe etmiyoruz?

Duygularımıza güvenebilir miyiz?

Duygularımızla ulaştıklarımızın gerçek olduğunu ispatlamak mümkün müdür?

Kullanacağımız ispat aletleri – tecrübelerimiz – de zaten bu şüphe ettiğimiz şeyin bir parçası değil mi?

Buradan yola çıkamayız! Aşağıdaki gibi bir seri fikir geliştirmeye çalışalım.

- Kavanozlardaki beyinler miyiz? Sonsuz bir rüyada mıyız?

- Kendi tecrübelerimiz ve duyularımız dışında bir başka bakış açısı mümkün müdür?

- Bir bedenimizin bile var olmaması durumunun mümkün olduğunu kabul etmek zorunda kalıyoruz galiba!

- En radikal sonuç: zihnim var olan yegane şeydir! Tekbencilik!

- Eğer tekbenciyseniz, elinizdekinden daha öteye gidiyorsunuz demektir. Zihnimiz dışında bir dünyanın var olmadığını da bilemezsiniz.

- Daha ılımlı bir yaklaşım mümkün: Dış dünya var olabilir de olmayabilir de. Belki de vardır ama çok daha farklıdır. Şüphecilik!

- Şüpheciliğin de beteri daha fazla şüphecilik... Dünyanın var olduğundan bile emin olamıyorsanız, kendinizin şu andan önce nasıl var olduğuna inanabilirsiniz?

- Buna kanıt olarak bellekleri veya inançları kullanırsak en baştaki kısır döngüye tekrar girmiş oluruz.

- Maalesef bu tartışmada, bilim de algı kadar zayıftır.

- Şu anda zihnimizin içindekiler dışında emin olabileceğimiz pek bir şey yok gibi duruyor. Bu durumdan kurtulmak için yapacağımız her akıl yürütme için de zihnimiz ötesinde bir dış dünyanın var olduğunu kabul etmek zorunda kalıyoruz.

- ...

- Tekrar başa döndük. Kavanozlardaki beyinler miyiz? Sonsuz bir rüyada mıyız?

- Sadece bize inanılmaz geldiği için dış dünyanın var olduğuna inansak...

- Şüpheci diyebilir ki: Dış dünya var olsa da neye benzediğini nereden bilebiliriz?

- Ya da Şüpheci diyebilir ki: Fikriniz makul görünüyor olabilir ama ona inanmak için bir nedeniniz var mı?

- Bilim de işimize çok yaramayacaktır. Eğer tecrübelerimizin dış dünyayla ilişkileri bakımından güvenilir olduğunu ortaya koyamazsak, bilimsel kuramlarımıza güvenebileceğimizi düşünmek için de bir neden yoktur. Aynı şey!

- Soruya oldukça farklı bir cevap da verilebilir. Bu tartışma baştan aşağıya anlamsız bulunabilir.

- Eğer bir rüyadaysak, bu rüyadan uyanabiliriz de. Rüyada yaşadıklarımızın gerçek olmadığını kavrayabiliriz.

- Ancak sonsuza kadar uyanamayacağımız bir rüya gerçekte bir rüya olamaz. Rüya gerçekliğe karşıt olarak vardır ve de tamamen gerçeklikle ilgilidir.

- Gerçeklikte karşılığı bulunan görünüşler gerçeklikte karşılığı bulunmayan başka görünüşlerle karşıtlık içinde olmalıdırlar. Aksi takdirde görünüş ve gerçeklik arasındaki karşıtlık anlamsızlaşır.

- Varolan şeyler hakkındaki idelerimiz yalnızca gözlemleyebileceğimiz şeyler hakkındaki idelerimizdir. Doğrulamacılık!

- Bazen gözlemlerimizde yanılabiliriz ama bunu başka gözlemlerimizle daha sonra farkederiz.

- Şeylerin nasıl olduğu hakkında doğru bir görüş olanağının bulunmadığı bir durumda, dünya hakkındaki izlenimlerinizin doğru olmadığına ilişkin düşünceniz anlamsızdır.

- Şüpheci varolan yegane şeyin kendi zihni olduğunu tasarlayabileceğini düşündüğünde kendini aldatıyordur. Birisi fiziksel dünyanın varolmadığını gözlemleyemediği sürece, fiziksel dünyanın varolmadığı doğru olamaz.

- Eğer bir dış dünya varsa, bu dünyadaki şeyler varolduklarından dolayı gözlemlenebilirdirler ama tersi doğru değildir.

- Varlık gözlemlenebilir olmakla aynı şey olamaz. Rüya ve halüsinasyon düşüncesini tecrübelerimiz ile gerçeklik arasındaki karşıtlığı gözlemleyebildiğimiz vakalardan elde ederiz ancak aynı düşünce sanki gerçekliğin gözlemlenebilir olmadığı vakalar için de kullanılabilirmiş gibi görünür.

- Eğer bu doğru ise, öyle görünüyor ki, dünyanın zihninizin dışında başka hiç bir şeyden oluşmadığım düşünmek, siz ya da başka birisi bunun doğru olduğunu gösteremese bile, anlamsız değildir.

- Eğer bu anlamsız değil de sadece dikkate almanız gereken bir olasılık ise, görünen o ki, bir kısır döngüye düşmeksizin onun yanlış olduğunu ispatlamama yolunu bulmak pek mümkün değildir. O halde, kendi zihin hapishanenizin dışına çıkmanızın bir yolu olmayabilir. «Ben merkezlilik çıkmazı»

- Eğer zihnimizin dışında bir dünya olduğuna inanmak bize son derece doğal geliyorsa, belki de bir kanıt aramamıza gerek yoktur. Sadece bu inancın var olmasına izin verelim.

- Aslında, çoğu insanın söz konusu inancı ispatlama girişiminden vazgeçtikten sonra yaptığı şey de budur: İnsanlar, şüpheciliğin aleyhinde nedenler ortaya koyamasalar da, şüphecilikle de yaşayamazlar. Fakat, bu demektir ki, biz dünya hakkındaki sıradan inançlarımızın çoğunu hem (a) onların tamamen yanlış olabileceği gerçeğiyle hem de (b) bu olanağı elimine edecek bir temele sahip bulunmadığımız gerçeğiyle yüzleşerek kabul etmekteyizdir.

Sonuçta üç soru ile başbaşa kalmaktayız:

1. Varolan yegane şeyin zihnimizin içinde varolması anlamlı bir olanak mıdır?

2. Eğer bu mümkün ise, elinizde kendi kendinize onların aslında doğru olmadıklarını ispatlayacağınız bir yöntem var mıdır?

3. Eğer zihninizin dışında herhangi bir şeyin varolduğunu ispatlayamazsanız, her halükarda dış dünyanın varlığına inanmaya devam etmek doğru olur mu?


Bir Diğer Alıştırma - Hür İrade

Örneğin bir kafeye gittiniz ve çikolatalı pasta ile şeftali almak arasında kararsız kaldınız. (Şeftali satan bir kafe!)  Pasta çok güzel görünüyor ama kilo yaptığını da biliyorsunuz. Kısa bir kararsızlıktan sonra pastayı satın alıp afiyetle yiyorsunuz.

Ertesi gün aynada kendinizi genişlemiş görüyorsunuz ve «Keşke o çikolatalı pastayı yemeseydim. Onun yerine bir şeftali yiyebilirdim.» diyorsunuz.

Bu ne anlama geliyor?

Yine biraz egzersiz yapalım.

- Kafede şeftaliler de hazır bir şekilde sizi bekliyordu. Pasta yerine şeftali alma fırsatınız vardı. Karar sadece sizin seçiminizdi. Durum bundan mı ibaret?

- Eğer şeftaliyi seçmiş olsaydınız, bunu da siz yapmış olacaktınız.

- Neden «acaba şeftaliyi de seçebilir miydim» demiyorsunuz? Neden bu konuda hiç bir şüpheniz yok?

- Demek istediğiniz, tüm şartlar bilfiil aynı olsaydı da şeftaliyi seçebilecek olduğunuzu belirtmek. Yani yanınızda bir arkadaşınız size şeftali yemenizi telkin etmiş olmasından bahsetmiyorsunuz.

- Bu insanlar için geçerli bir durum. «Bu araba yokuşu çıkabilirdi.» dediğinizde kendi kendine yokuşta durmak yerine tırmanmaya başlayacağını kastetmiyorsunuz. Kendiniz için durum neden farklı? Neden insanların bilfiil yapmadıklarını aslında yapabilecek olduğunu düşünüyorsunuz?

- Meydana gelen bazı olaylar önceden tayin edilmiş – güneşin sabah doğması gibi – bazı olaylar ise tayin edilmemiştir – pasta seçiminiz gibi -.

- Yani yaptıklarınızın önceden belirlenmiş olmadığına mutlak inancınız var. Öyle olmasa «şeftaliyi seçebilirdim» açıklamanız yanlış olurdu.

- Ancak eğer şeftaliyi seçmiş olsaydınız, «şeftaliyi seçebilirdim» açıklamanız kesinlikle doğru kabul edilebilirdi.

- Bir iddiaya göre, her vakada daha biz eylemde bulunmadan önce mevcut olan koşullar eylemlerimizi belirlemekte ve onları kaçınılmaz kılmaktadır.

- Bir kişinin tecrübelerinin, arzularının ve bilgilerinin toplamı, kalıtsal özellikleri, sosyal koşullar ve karşı karşıya kaldığı seçimin mahiyeti, daha bilemediğimiz diğer faktörlerle birlikte, kaçınılmaz koşullarda spesifik bir eylem meydana getirmek için bir araya gelirler.

- Determinizm! Evrenin tüm yasalarını bilemeyeceğimiz ve ne olacağını tahmin etmek için onları kullana- mayacağımızdır.

- Her şeyden önce bir insanın seçimini etkileyen karmaşık koşulların hepsini bilemeyiz.

- İkinci olarak, bu koşullar hakkında bir şeyler öğrendiğimizde ve bir tahmin yapmaya çalıştığımızda bile, bu tahminin kendisi koşullarda bir değişim ortaya koymak demektir ki, bu, tahmin edilebilen sonucu değiştirebilir.

- Ara sonuç: Zihninizde hangi tatlıyı seçeceğiniz hakkmda bir karar oluştururken bile, pastayı seçecek olmanız, zaten, sizin üzerinizde içerden ve dışardan etkin olan bir çok faktör tarafından, önceden belirlenmiştir. Şeftaliyi seçebileceğinizi düşünmenize karşın, yine de seçemezdiniz: Karar sadece zihninizin içinde belirlenmiş olan sonucun ortaya çıkmasıdır.

- Determinizm söz konusu olduğunda ne kadar geriye giderseniz gidin, mutlak bir kader vardır.

- Determinizm mevzu bahis olmasa bile – önceden var olan nedenler tarafından belirlenmeksizin bir şeyler meydana geliyorsa bile - konu yine de basitleşmemektedir.

- İki aday arasında bir seçim yaptığınızda kendinizi ne kadar özgür hissederseniz hissedin, —koşullar ya da sizin istekleriniz farklı olmuş olsaydı farklı bir seçimde bulunmuş olacağınıza karşın— gerçekte bu koşullarda sadece bir seçim yapabilirdiniz.

- Eğer kendinizle ve başkalarıyla ilgili olarak buna inandıysanız, olup bitenler hakkında ne hissedeceğiniz de değişirdi. Pastaya eğilim gösterip onu aldığınız için kendinizi suçlayabilir miydiniz?

- Bunun ciddi sonuçları var gibi. Makul olarak kendinizi pasta alma konusunda suçlayamayacağınız gibi muhtemelen herhangi birisini de ne kötü bir şey yaptığı için ne suçlayabilir ne de iyi bir şey yaptığı için ödüllendirebilirdiniz.

- Kimileri ise, kaçınılmaz olsalar bile, hala, iyi eylemleri ödüllendirmenin, kötü eylemleri de lanetlemenin bir anlamı olduğuna inanır. Kötü davranmanın önceden belirlenmiş olması onun kötü davranmadığı anlamına gelmez. Kötüyü suçlamazsak, o, büyük olasılıkla bunu yine yapacaktır.

- Determinizmi kabul ediyorsak, bu, en fazla, bir köpeği cezalandırmak gibidir. Bu, onu yaptığından sorumlu tuttuğumuz anlamına gelmez. Sadece onun gelecekteki davranışını etkilemeye çalışıyoruzdur.

- Aslında bu konu daha da devam ettirilebiliyor.

Belki de determinizm doğru değildir. Bugün bir çok bilim insanı determinizmin maddenin temel parçacıkları için doğru olmadığına —-bir elektronun belirli bir konumda yapabileceği şeyin birden daha fazla olduğuna— inanıyor. Bu da hür irade ve sorumluluğa açık kapı bırakır. Peki ya, seçim yaptığınız ana kadar çikolatalı pastayı mı yoksa bir şeftaliyi mi seçeceğiniz açık bir olasılık ise? Bu durumda, siz her ikisini de seçebilirdiniz.

Maalesef felsefede her karşı görüşünde bir karşı görüşü var. Algortimik ya simulasyon evrencilere göre bu durum, çok daha büyük bir determinizmvar olduğunu gösteriyor.

- Çoğu bilim adamı, insan zihninin son derece karmaşık olmasına karşın yine de her şeyin beynimizdeki kimyasal tepkimeler ve elektrik sinyalleri ile açıklanabileceğini düşünüyor.

- Fareler üzerinde yapılan bir çok deney var. Beyinlerine verilen elektrikle fareler kontrol edilebiliyor. Fakat fareler yaptıkları hareketleri kendi istekleri ile yaptıklarını düşüneceklerdir.

- Bizim şu anda aldığımız kararların bundan farklı olduğuna nasıl emin olabiliriz?

- Öte yandan, eğer seçimlerimiz belirlenmiyorlarsa, onlardan sorumlu olmamızın nasıl bir anlamı olacağını anladığımdan emin değilim. Eğer benimle ilgili hiç bir şey seçimimi belirlemiyorsa, seçimi ben belirliyorum demenin ne anlama geldiği açık değildir. Öyleyse, belki de, bir parça pasta yerine bir şeftali seçebileceğinizi düşünmeniz felsefi bir yanılsamadır ve durum ne olursa olsun böyle bir şey doğru olamaz.

- Bu sonuçtan kaçınmak için (a) yaptığınızdan başka bir şeyi yapabileceğinizi söylerken neyi kastettiğinizi ve (b) bunun doğru olması için sizin ve dünyanın nasıl olması gerektiğini açıklamak zorundasınızdır.


Bertrand Russell ile Bir Röportaj

Bertrand Russell 1872 Büyük Britanya doğumlu filozof, matematikçi, tarihçidir. 1970’de vefat etmiştir. Aşağıda Bertrand Russell’ın 1960 yılındaki bir televizyon röportajının bazı kısımlarından alıntılar yapacağız.

Sunucu: Felsefe nedir?

Bertrand Russell: Size aynı cevabı verecek iki ayrı filozof yoktur.
Felsefe kesin bilginin henüz mümkün olmadığı meseleler üzerine tahminlerdir (spekülasyonlardır).


S: Felsefe ile bilim arasındaki fark nedir?

BR: Bilim bildiklerimizle ile ilgiliyken, felsefe bilemediklerimiz ile ilgilidir. Bu yüzden de bilgi birikimi arttıkça sorular felsefeden bilime doğru kaymaktadır. Ancak yine de, felsefe, bilimin halihazırda başa çıkamadığı büyüklükte ve önemde sorunlar olduğunu fark etmemizi sağlar.


S: Felsefe ne işe yarar?

BR: Felsefenin iki gerçek kullanım alanı olduğunu düşünüyorum. Öncelikle bilimsel bilginin cevap veremediği şeyler hakkında yürütülen tahminleri ayakta tutar. Bilim, insanlığın ilgisini çeken ve çekmesi gereken şeylerin çok küçük bir bölümünü kapsar. İnsanların hayal güçlerinin şu an bilinebilir şeylerle sınırlı kalmasını istemem. Yaratıcı bakış açısını genişletmesi felsefenin bir kullanım alanıdır.

Felsefe ayrıca bildiğimizi ve bilmediğimizi düşündüğümüz şeyleri gösterir. Bir yandan bilebileceğimiz şeyler üzerine düşünmeyi sürdürmemizi sağlarken öte yandan bilgi gibi görünen şeylerin bilgi olmadığının farkına alçak gönüllükle varmamızı sağlar.

İnsanları entellektüel olarak biraz daha mütevazi kılmak ve kesin olduğu düşünülen pek çok şeyin doğru olmadığının farkına varılmasını sağlar. Bilgiye giden kısa yol yoktur. Dünyayı anlamak – ki bu her filozofun yapması gerekendir – dogmatik olmamaız gereken oldukça uzun ve zorlu bir iştir.


S: Üzerine tahminler yürütülen ve sonrasında somut sonuçların üretildiği konular hakkında örnek verebilir misiniz? (Zamanında sınanamayan ancak daha sonra büyük itibar göre fikirler)

BR: Antik Yunan’da doğan atom görüşü 2000 yıl sonra kabul gören bir teoriye dönüştü.


S: Felsefe, bilimin hizmetkarı halini mi alıyor?

BR: Tabi ki tam olarak bu doğru değil. Bilimin baş edemeyceği bir çok şey vardır. Örneğin: «değerler» sorunu. Bilim size neyin iyi, neyin kötü olduğunu söyleyemez.


S: Size göre Marx bir filozof muydu?

BR: Elbette ki bir bakıma filozoftu. Artık filozoflar arasında önemli bir ayrım var: Statükocular ve statükoya karşı olanlar. Marx çok açıktır ki ikinci gruba dahildir. Ben her iki tarafın da felsefenin gerçek işini yapmadığını düşünüyorum. Bana göre filozofun işi dünyayı değiştirmek değil, onu anlamaktır. Marx’ın söyledğinin tam tersi...


S: Felsefenin bugünkü yönelimi hangi yöndedir?

BR: Farklı yönelimler eskisinden olduğundan çok daha belirgin artık. Britanya’da ortaya çıkan yeni bir felsefe söz konusu. Sanırım felsefeye ayrı bir alan bulma arzusuyla ortaya çıktı bu. Felsefe nihayete ermemiş bilim (incomplete science) olarak görülüyor ve bazı insanlar bu bakış açısını sevmiyorlar. Felsefenin kendine has sahası olmasını istiyorlar. Bu da dil felsefesine giden yolu açmaktadır. Orada önemli olan cevap vermek değil soruların anlamını mümkü olduğunca açık hale getirmektir. (Soruyu doğru anla, cevabı umursama. Cevabı vermek bir başkasının işidir.)

BR burada bir örnek verir. Bir gün bisikletle Winchester’a gidiyordur ama yolunu kaybetmiştir. Kasabada bir dükkana girer. Winchester’a giden en kısa yolu sorar. Dükkandaki adam:
- Winchester'a mı?
- Evet.
- Winchester'a giden yol?
- Evet.
- Winchester'a giden en kısa yol mu?
- Evet.
- Bilmiyorum.


S: Sizin felsefe anlayışınız kendisini nasıl idare edeceğini bilmek isteyen birine hangi pratik kullanım sunuyor?

BR: Bir çok insan kendilerini nasıl idare etmeleri gerektiği konusunda tamamen afallamış durumdalar çünkü doğru olanı yapmak için geleneksel kılavuzlara uymayı bırakmışlar ama benimseyecek başka bir şey de bulamamışlar. Kabul ettiğim felsefenin şu açıdan faydalı olduğunu düşünüyorum: İnsanlara bir eylemin mutlak surette emin olmadıkları durumda dahi çoşkuyla (vigor) hareket etme olanağı sunuyor. Bence kimse hiçbir şeyden emin olmamalı. Eğer bir şeyden eminseniz kesinlikle yanılıyorsunuzdur çünkü kesinliğe layık hiç bir şey yoktur. Bu sebeple, kişinin kendi inançlarını belli bir şüphe içerisinde elinde tutması ve bu şüpheye rağmen coşkuyla eyleme geçebilmesi gerekir. 


Felsefeyi Anlamanın Zorlukları
  • Felsefecilerin ortak bir lisanı yoktur. Aynı soruna farklı tanımlayabilirler. Tanımları benzese dahi farklı cevaplar verebilirler. (Hür irade konusunda olduğu gibi, hatta bazıları için böyle bir kavram bile olmayabilir.)
  • Bir filozofun hayatının sorununu bir başka filozof sanki dünyanın en ehemmiyetsiz şeyi gibi muamele çekebilir. (Örneğin Hegel için Ontoloji ile Epistemoloji arasında büyük bir fark yokken başka birisi için kıyametler kopuyordur.)
  • Biraz daha fazla vakit geçirince sorunun filozoflarda değil kavramların kendisinde olduğu anlaşılıyor. Öyleyse felsefe aslında hayatın karmaşıklığında bize uzanan bir yardım eli halini alıyor.
  • Her kavram için herkes farklı şekilde konuşuyor (örneğin demokrasi) bu da bir anlaşmamızlıklar dünyası ortaya çıkarıyor ama bir yandan da konunun özü bu anlaşamayanları yan yana getiriyor.
  • Felsefe her konuyu kendine dert etmiyor. Peki hangi konuları kendine neye göre dert ediyor?Felsefe saat kaç sorusuyla ilgilenmiyor ama zaman nedir sorusuyla ilgilenmiyor. 2x2 kaçtır ile ilgilenmiyor ama sayılar nedir ile ilgileniyor.
Kant: İnsan aklı, cevabını veremeyecek bir takım soruları doğasından kaynaklı olarak sormak zorunda kalır.


Felsefi Sorular
  • Dünya ile alakalı bir çok sorun var ve de bu sorunların bir kısmının cevabı ilgili disiplinin kapsamında verilebiliyor. 
  • Ancak bir çok sorunun bir sahibi yok. (cami avlusuna bırakılmış sorular)
  • En duayen hukukçuya her şey sorabiliriz ama "adalet nedir?" dediğimizde bize cevap veremeyebilir. O hukukçu olduğu için bu kavramı tanımlayabilmek zorunda değildir bu kavramın varlığını kabuk etmek zorundadır.
  • İşte böyle bazı sorular farklıdır. Nagel bu sorulara "referans sorular" diyor.
  • Örneğin sayılar bir referans sistemidir. Bu sistemde her türlü işlem yapabilirsiniz. Bu işlemleri anlamamız kolaydır çünkü bir sisteme refere ederiz. Ama sistemin kendisini anlamamız zordur çünkü onu refere edecek bir sistem bilmiyoruzdur. Hayatımızın bütün gerçekliği bu kavramlara bağlı.
Roma’lı Aziz Augustinus: Zamanın ne olduğunu bildiğime emin gibiyim ta ki bana zamanın ne olduğu sorulana kadar.

Peki kimsenin sahiplenmediği sorulara felsefe ne yapıyor?
  • Felsefe bu tür sorulara rasyonel cevap vermeye çalışıyor.
  • Rasyonel cevap demek gerekçeli cevap demektir. («Zaman, gönlümüzden kopan kelebeklerin kanat çırpışlarıdır.» gibi değil.)
  • Deney yapmıyor.
  • Hesap yapmıyor.
"Bana öyle geliyor ki" demek felsefe yapmak olmuyor.

Felsefenin dili başka bir dil gibi duruyor ama anlamaya başlayınca bizim için son derece gerçek bir dile dönüşüyor.

Marx’ın dediği gibi "anlatılan senin hikayendir".

Peki felsefe kesin mi konuşur?
  • Genelde hayır.
  • Bazen de çok kesin konuşur.
  • Felsefe ne zaman kesin, ne zaman daha az kesin konuşacağını da konuşur. Mantıksal kesinlilik, metafizik kesinlilik, olgusal kesinlilik...
  • Felsefe en ufak detayına kadar manuel bir fotoğraf makinesi gibidir.
Descartes'in "Cogito ergo sum" (düşünüyorum öyleyse varım) önermesi metafizik kesinlik gerektirir. Aksini düşünmeyi beceremeyeceğin bir kesinlik.


Ne Diyoruz, Ne Anlıyoruz?

Felsefe kelimesini çok farklı anlamlarda kullanıyoruz.
  • Benim felsefeme uymaz! - Benim dünya görüşüme uymaz manasında,
  • Felsefe yapma! - Çözülebilecek pratik bir sorun varken, konuyu gereksiz yere kavramlara boğdumuzda,
  • Çin felsefesi, Hint felsefesi vb. - O ülkenin genelinin dünya görüşü, o tarzda hayata bakış ve düşünme biçimi,
Spirütalizm, mistisizm ile ilgili konular da bazen felsefe içinde düşünülebiliyor.

Felsefe: Bilgeliği sevme, hikmeti sevme. - Bilge yerine bilgeliği sevme kullanılıyor olması önemli. Felsefe bir arayışın adıdır.


Felsefenin Zararları! (kendime göre)
  • Aşırı şüphecilik. Her şeyin sahiciliğinden kuşku
  • Görünen dünyanın sıkıcı gelmesi
  • Dolayısıyla güncel / gerçek sorunlardan uzaklaşma
  • Felsefe üzerine konuşmak isteyip konuşamama
  • Hatta başka konuşmak isteyenlerle bile konuşamama, birbirini anlamama
  • Yalnız hissetme, içine kapanma, karamsarlık

Felsefenin Başlangıcı

Aristoteles’in Metafizik eseri "Bütün insanlar doğal olarak bilmeyi arzular." ile başlar. Avrupa dillerindek bu çevrinin yanlış olduğunu düşünenler çoktur. Arzulamaktan ziyade böyle bir meyili vardır insanın.

"Felsefecinin tutkusu hayranlık duymadır. Bunun dışında felsefenin başka bir esası ve ilkesi söz konusu değildir." Platon - Theaitatos 

Merak-Hayret-Hayranlık felsefenin hem başlangıcı, hem de sonudur.

Thales felsefenin başlangıcı kabul edilir. Platon onunla ilgili bir hikaye anlatılır. Thales bir gün gökyüzünü seyretmek için dışarı çıkar. Yanında da bir rivayete göre yaşlı bir kadın hizmetçi vardır. Thales gökyüzünü seyrederken, önündeki çukuru farketmez ve içine düşer. Kadın bunun üzerine Thales ile dalga geçer. "Önündeki çukuru göremiyorsun ama yıldızları görmeye çalışıyorsun." Platon, "Felsefe ile uğraşanlar bu gülünç duruma düşenler insanlardır." der. Unutmayalım ki Thales de politika ile uğraşmış ve daha sonra uzaklaşıp kendini tamamen doğayı incelemeye adamıştır.


Refah - Felsefenin Skandalı mı?

Anaksimenes mektubunda Pisagor’a yakınır. İyonya'dan ayrılmak ile ne kadar doğru bir karar verdiğini söyler. İyonya'da Medler ile olan savaş ihtimalinden ve savaş sonunda köle düşmekten bahseder. "Ben bu şartlar altında nasıl gönlümden hala gök bilimci olmayı geçirebilirim?" Felsefe aslında bakmak demektir. Peki bu bakışlar ne arar? Tanrısalı arar. Tanrısal nedir? Başı sonu olmayan, tümel olan. Öyleyse felsefenin günlük siyaset ile politika ile çok net bir ayrımı vardır. Günlük politika veya ekonomi gibi bilimler geçici, değişken bilgilere dayanır. Herhangi bir felsefi değer göremeyiz. Ancak refah olmadan da felsefe ile uğraşamayız. Ağır şartlarda çalışan bir fabrika işçisinden felsefe yapmasını bekleyemeyiz. Bu bir tür skandal değil midir?


Gerçek bir felsefi alıştırma neye benzer? Kant'ın analitik - sentetik ayrımı.

Burada amaç felsefenin sanılanın aksine mistisizmden ne kadar farklı olduğunu göstermektir. Kant sistematik ve seri akıl yürütmelerle sonuca gitmektedir.

  • İkinci boyut ise anlam ile ilgilidir - analitik ve sentetik.
  • Analitik yargılar yüklemin öznenin içerisinde zaten bulunduğu yargılardır. Özneyi çözümleyerek bu yargıya ulaşabiliriz. Örneğin “Gül çiçektir.”
  • Sentetik yargılarda ise durum farklıdır. Beyazlık gülün tanımında bulunmaz. Güller beyaz olabileceği gibi olmayadabilir de. Bu yüzden sentetik yargılar, Kant’a göre bilgi arttırıcı yargılardır.
  • Bu iki boyutun iki alt sınıfı ile beraber dört çaprazlanmasıyla dört farklı yargı türü meydana gelir.
  • 1.Analitik-A Posteriori bilgi mümkün değildir. Bütün analitik yargılar tümel olduğu için posteriori olmaları mümkün değildir.
  • 2.Analitik-A Priori: Doğruluğu tartışılmazdır ancak yeni bilgi de sunmazlar. Bunlara akıl doğruları denir ve çelişmezlik ilkesi geçerlidir. Örneğin “gül bir çiçek değildir” demek çelişkidir.
  • 3.Sentetik-A Posteriori: Ampirik yani olan tüm yargılar sentetiktir. Bu yargıların geçerliliği şüphelidir.
  • 4.Sentetik-A Priori: Kant’a göre aklımız öyle bir eyleme sahiptir ki onun sayesinde hem dış dünyaya dair yeni keşifler yapabiliriz hem de bu bilgileri “doğru”, objektif olarak değerlendirebiliriz. Başka bir deyişle bilim, sentetik a priori ifadeler aracılığıyla ilerleyebilmektedir. Daha önce hem tümel olan hem de bilgimizi genişleten böyle bir yargı türü bulunmamaktaydı.
  • Deneyden gelmeyen (a priori) ama deney bilgisine benzer şekilde bilgimizi arttıran (sentetik) bilgi tipidir.
  • "Doğru parçası iki nokta arasındaki en kısa mesafedir." yargısı sayesinde doğru kavramından en kısa mesafe sonucuna ulaşabiliriz.
  • Bu yargı deney ile yanlışlanamaz tümellik içerir.
  • Matematik ve Fizik bu tür yargılardan oluşur.
  • Deneyden elde edilmez ama her türlü deneye uygulanabilir.
  • 5+7=12 olması gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder