insan ayarlı

1 Şubat 2017 Çarşamba

Protagoras (Felsefe-016)

Sofistlerin en ünlüsü olan Protagoras, aynı zamanda sofistik geleneğin başlangıcı olarak da kabul edilir. Ancak onunla ilgili birinci el kaynaklar çok kısıtlıdır.

Demokritos gibi Abderalı olduğu ve hayatının bir kısmını Teos’ta geçirdiği tahmin edilmektedir. Demokritos’tan yirmi yaş kadar genç olduğu tahmin edilse de, onun öğrencisi olduğu şüphelidir.

Protagoras’ın MÖ 490-480 yillari arasında doğduğu ve 420 yılında öldüğü tahmin edilmektedir. 84. Olimpiyat döneminde, MÖ 444 yılları civarı en olgun dönemini yaşadığı kabul edilir.

Atina’ya yaptığı ziyaretlerinden birinde Anaksagoras gibi Perikles’in dostluğunu kazanmıştır. Perikles, Sicilya’da bir koloni kurma görevine Protagoras’ı da dahil etmiştir. Protagoras bu şehirin yasalarını koyacaktır. Bu yasaların da Atina’ya benzer şekilde demokratik bir şehir yasaları olduğunu tahmin edebiliriz ki zaten Protagoras da demokrasi yanlısıdır. Bu görev esnasında Herodot ile de tanışma fırsatı bulmuştur. Bu görevden kendisine büyük bir değer verildiğini anlayabilmekteyiz.

Atina’yı tekrar ziyaret ettiğinde Sokrates ve meşhur tragedya yazarı Euripides’le tanışmıştır. Bu dönemin sonlarında tanrı tanımazlıkla suçlanmış olmalıdır. MÖ 430 yılında Atina’yı büyük ihtimalle mahkemeye çıkarılma tehlikesinden terk etmiştir.

Protagoras (ortada) ve Demokritos (sağda), Salvator Rosa, Hermitage Müzesi, St. Petersburg

Atina’da dini tutuculuğun diğer Yunan şehirlerinden fazla olduğunu biliyoruz. Protagoras, Anaksagoras’tan sonra tanrıtanımazlıkla suçlanan ikinci filozof olacaktır ve onun gibi zamanında Atina’yı terk edecektir. Aynı yönteme daha sonra Aristoteles de başvuracaktır. Fakat Sokrates aynı suçlamaya karşı Atina’yı terk etmeyi reddecek ve idam edilecektir.

Bundan sonra Protagoras’ın hayatıyla ilgili neredeyse hiçbir şey bilinmemektedir. Sicilya’ya yaptığı bir seyahat esnasında gemisinin batması sonucu öldüğü söylenir.

Protagoras’ın bilinirliği Atina’da verdiği derslerinden ve yazılarından kaynaklanmaktadır. Bu yazıların tamamı kaybolmuştur ve günümüze sadece yazılarının bir listesi ulaşmıştır. Bu liste güvenilir ise Platon’dan önce Devlet üzerine ilk kitabı Protagoras yazmıştır. Platon’un Protagoras diyaloğundaki Protagoras’a atfedilen siyasi görüşler bu kaybolan yazılardan elde edilmiş olabilir.

Tanrılar Üzerine adlı bir eseri olduğunu da aynı listeden öğreniyoruz. İşte bu eserde bulunan o ünlü cümle onun tanrıtanımaz olarak suçlanmasına sebebiyet verecektir.

«Tanrılara gelince, ne onların var oldukları, ne var olmadıkları, ne de ne şekilde olduklarını biliyorum, çünkü bu konuda bilgi edinmeyi engelleyen çok şey vardır: Onların duyularla algılanmamaları, insan hayatının kısalığı...»

Protagoras hakkındaki bilgilere başta ona karşı büyük bir düşmanlık besleyen Platon ve daha sonra da Aristoteles, Aristophanes, Sextus Empiricus, Diogenes Laertius gibi yazarlardan ulaşmaktayız.


Bilgi ve Varlık Kuramı

Platon en önemli diyaloglarindan birine Protagoras adını vermiştir ve onun hakkında daha sonra gelen Sofistlere yaptığı gibi alaycı, küçültücü şekilde ibareler kullanmamıştır. Platon, genel olarak kişiliği için de olsa öğretisi için de olsa Protagoras’a karşı saygılıdır.

Protagoras’ın «Hakikat veya Kesin Kanıtlar» adını taşıdığı söylenen bir eserinin şu meşhur sözleri içerdiği rivayet edilir.

«Bütün seylerin ölçüsü insandır, var olanların var olmalarının ve var olmayanların var olmamalarının.»

Hemen arkasında ise bu cümleye biraz daha açıklık getirebilmiştir.

«Herhangi bir şey bana nasıl görünüyorsa benim için öyledir, sana nasil görünüyorsa senin için de öyle... Üşüyen için rüzgar soğuktur, üşümeyen için ise soğuk değildir.»

Bu cümleler esas olarak eşyanın bilgisi hakkında olsa da varlıkları hakkında da bize bazı fikirler verebilir. Rüzgar’ın sıcaklığı ve soğukluğu zıtlığıyla insanın elinde eşyanın tabiatına ilişkin duyularından başka bir şey olmadığını işaret eder Protagoras – en azından Platon ve Aristoteles onu böyle anlamaktadırlar. O halde Protagoras’a göre duyular farklı zamanlarda farklı insanlara farklı duyumlar vermektedir. Şey aslında aynı şey olsa da farklı algılanmaktadır.

Platon da duyular ile ilgili aynı görüşe sahipti yani onlara güvenilemeyeceğini düşünüyordu. Nihayetinde tüm felsefesini akılla kavranabilen şeyler yani tümeller, idealar üzerina kuracaktı.

Aristoteles ise Platon kadar duyuları önemsiz görmeyecek olsa da, duyunun bilgi olmadığını söyleyecek duyuya dayanmanın görelicilik gibi mahsurları olacağını gösterecektir. 

Ancak büyük ihtimalle Protagoras zaten Parmenides, Herakleitos ve Demokritos’dan bu tarz eleştirilere aşinaydı. Buna rağmen bu görüşünde neden ısrar ediyor olabilir? Burada vurgulamak istediği şey nedir?

Görünüş ile gerçeklik arasındaki ayrımın gerekçesi nedir? Seylerin duyumlarımızdan farklı olduğunu nereden biliyoruz? Bizim için aracısız veri nedir? Bu veri –Kant’ın söylediği gibi- fenomen midir? Yoksa fenomenın arkasında –yine Kant’ın söylediği gibi- bir numen yani kendisine sadece akılla ulaşılabilecek nesnel bir varlık var mıdır?

«Varlık bize görünen’dir, varlık, görünüş’tür.»

Şimdi de «İnsan her şeyin ölçüsüdür.»’deki insan’ın kim olduğunu anlamaya çalışalım. İnsan tür olarak mı yoksa birey olarak mı ele alınmaktadır. Eğer insan türü olarak ele alırsak Protagoras’ın Kant’ın öncüsü olduğunu söyleyebiliriz. Kant’a göre insanın bir duyarlılığı, bir de anlama yetisi ya da aklı vardır. Eşyalar hakkındaki bilgimiz, duyarlılığımızın formları aracılığıyla şekillenerek aklımıza ulaşır. Yani eşya duyarlılığımız bize nasıl göteriyorsa bize o şekilde bilinir.

Ancak Kant Protagoras gibi her insanın farklı bir ölçü olacağını düşünmez. Duyarlılık bütün insanlar için ortaktır ve bütün insanlar eşyayı aynı şekilde algılar. Kant'a göre insani duyarlılığın nesnel ve zorunlu bazi nitelikleri vardır ki bunları a priori formlar olarak adlandırır. İnsan türü bu yüzden eşyayı aynı şekilde görür. Ancak Protagoras’ın durumu bu şekilde görmediği kesin gibidir.

Protagoras eşyanın insan türüne değil, farklı farklı insanlara nasıl görünüyorsa öyle olduğunu söylemektedir. Daha da ileri gidersek tek tek insanlardan değil bir tek insanın farklı zamanlarda veya durumlardaki algı farklılıklarından bahsetmektedir. Aynı rüzgar, aynı insana bazen soğuk, bazen sıcak gelebilecektir. Bütün bu farklı algılar doğruluk talebinde bulunabilirler.

Protagoras’a itiraz etmek makul olabilir. Ortada değişmeyen gerçeklikler olduğunu söylemek akla yatkın olacaktır. Ancak Protagoras da basitçe neye dayanarak bunu ileri sürdüğümüzü sorarak bize itiraz edebilir.

Hatta Protagoras Herakleitos’un varlık-oluş arasında varlığı inkar ederek sadece oluşu kabul etmesi gibi görüntü-gerçeklik arasında da gerçekliği inkar ederek sadece görüntüyü kabul etmemiz gerektiğini söyleyecektir.

Protagoras’ın insan’dan ne kastettiğini inceledik. Peki «her şey» ile ne kastetmektedir. Üstüne bir de «var olanların varlığı» ve «var olmayanların var olmamaları» ile ne demek istemektedir?

Bu önerme sadece duyularla alakalı ve dolayısıyla ontolojik ve epistemolojik bir önerme midir? Verdiği rüzgar örneğini alırsak öyle düşünülebilir. Ancak «her şey» ile daha genel, daha evrensel bir şeyin peşinde olduğu açıktır. Bu her şey, ahlaki, dini, siyasi, estetik değerleri de içermelidir.

Demek ki ontolojik ve epistemolojik meseleler dışında da nesnel, mutlak, toplumdan topluma, insandan insana değişmeyen doğrular yoktur. Anladığımız kadarıyla Protagoras'ın kendisi bu konuda biraz daha temkinlidir.

Örneğin tanrıların varlığı konusunda bilgi konusundaki kadar rahat görelici (rölativist) bir tavır göstermemektedir. Daha çok bilinmezci (agnostisist) bir tavır takınır.

Diğer taraftan Protagoras siyasal erdem ve iyi konularında genel ve nesnel ölçüt verme yönünde bir tutuma sahip olduğunu söyleyebiliriz. Bu aslında bilgi için sahip olduğu tavırla ne kadar uyumlu olduğu tartışılır.

Ne olursa olsun Protagoras’ın meşhur cümlesi din, ahlak ve siyaset alanında bireyci ve görelici bir akım başlatma tehlikesini doğurur. Kendisi bu sonuçlara varmamış olsa bile – ki Platon’a göre siyasi rejimler için böyle bir sonuca varmıştır – ilerideki daha cüretkar Sofistler için bu yolu artık açmıştır.

Protagoras’ın ikinci meşhur cümlesini de yukarıdakilerin ışığında daha rahat anlayabilir.

«Her şey üzerine birbirine zıt iki söz söylemek mümkündür.»

Bu sözü «Birbirine zıt olan iki görüş, aynı ölçüde doğrudur.» şeklinde değiştirsek anlam daha keskin bir biçimde ortaya çıkacaktır. Onun burada söylemek istediği aynı konu üzerine iki farklı insanın görüşlerinin duruma göre aynı derecede doğru olabileceğidir. Tıpkı rüzgar örneğinde olduğu gibi, rüzgar bir kişiye göre üşütücü olurken, diğeri için öyle olmayabilir.


Ahlak ve Siyaset Kuramı

Sofistler kendilerine «erdem öğretmenleri» demektedirler. Ancak Protagoras’ın erdem anlayışı ile ilgili elimizde doğrudan bir bilgi bulunmamaktadır ve bu yüzden de gene Platon’a başvuruyoruz.

İlk önce Theaitetos diyaloğuna bakalım. Bu diyalogda Platon’a göre Protagoras «İnsan her şeyin ölçüsüdür.» görüşünü devletlere de uygulamaktadır. Yani Protagoras «Her siteye doğru ve adil görünen şeyin, site onu böyle gördüğü sürece, onun için dogru ve iyi oldugu» görüşüne sahiptir. Öyleyse «Bilge ve iyi hatiplerin yapmaları gereken şey, kötü şeyler yerine iyi şeylerin sitelere doğru görünmesini sağlamaktır.

«Politikada da güzel veya çirkin olan, adil veya adaletsiz olan, dine uygun veya dine aykiri olan, her site için gerçekten onun öyle gördügü ve kendisi için yasal ilan ettiği şeydir. Ve bu konularda bireyden bireye olduğu gibi siteden siteye de bir bilgelik farkı yoktur.»

Bu görüş «İnsan her şeyin ölçüsüdür.» görüşüyle uyumludur ancak ele alınan tek tek insanlar ve onların doğruları değil, tek tek alınan sitelerdir. Tek insanın hakikatin ölçüsü olması gibi, tek sitede ahlakın, siyasetin, adaletin ve diğer tüm kamusal erdemlerin ölçüsüdür. Arada bir fark vardır elbette. İnsanların tek tek farklı düşünme imkanları olduğundan sitenin doğrusu bireylerin üzerinde uzlaştıkları doğru olabilecektir.

Buradan varacağımız önemli bir sonuç vardır. Siteler için evrensel bir doğruluk yoktur. Her sitenin doğrusu kendinedir. Site sayısı kadar ahlak anlayışı ve ona göre yasa vardır. Hatta bir insanın duygularınn, düşüncelerinin değişmesi gibi, site mensuplarının uzlaştıkları konular da değişebilir ve sitenin yeni doğruları ve yeni yasaları da olabilir. Öyleyse sitenin yasalarının evrensellik iddiası olmadığı gibi kalıcılık iddiası da olamaz. Onlar tanrısal kaynaklı da değildirler, sadece genel iradenin ürünüdürler.

Bütün bunlardan rahatlıkla site yönetim şeklinin demokrasi olması gerektiği sonucuna varabilir. Çünkü ancak demokraside yasalar genel iradenin ürünü olabilir.

Platon’un Protagoras adını taşıyan diyaloğuna bakarsak biraz daha farklı bir siyaset kuramı ile karşılaşmaktayız. Bu diyalogda ise evrensel olan bir bilgi olmasa da bir duygunun insanlarda mevcut olduğu görüşü ortaya atılmaktadır.

Protagoras diyaloğu Sokrates'in Protagoras'a yaptığı işin ne olduğunu sormasıyla başlar. Protagoras kendisinin Sofist olduğunu ve insanlara evlerini ya da devleti yönetmeyi öğrettiğini söyler. Sokrates bunların öğretilebilir olduğu konusunda şüphelidir. Öyle olsaydı Perikles kendi çocuklarına öğretebilirdi ama biliyoruz ki Perikles bunu başaramamıştır. Protagoras bu görüşe bir hikaye ile cevap verir.

Tanrılar, hayvanları yaratırken onlara gerekli olan güçleri dağıtması için Prometheus ile Epimetheus’u görevlendirmişlerdir. Epimetheus onların bazısına kuvvet, bazısına hız, bazısına kanat vermiştir ancak bu işi yaparken elindekileri müsrifçe harcamıştır. Sıra insana gelince , onlara verecek elinde hiçbir güç kalmamıştır. Bunun üzerine Prometheus, Athena’dan bazı sanatları, Hephaistos’tan ateşi çalıp insanlara verir. Fakat insanların kendilerini koruyabilmeleri için bir araya gelmeleri, şehirler kurmaları gerekir. Bunu denediklerinde siyasal erdeme sahip olmadıkları için kavga edip tekrar dağılmaktdırlar. Bunu gören Zeus, insan soyunun tükenmemesi için insanlara Hermes aracılığıyla en önemli iki özelliği, edep veya utanma (aidos) ile doğruluk veya adalet (dike) duygusunu gönderir. Hermes, Zeus’a diğer özelliklerde olduğu gibi farklı farklı mı yoksa eşit miktarda mı dağıtması gerektiğini sorar. Zeus eşit miktarda olmasını ister. Böylelikle insanlar zeka veya karakter olarak farklı olsalar da politik erdemden eşit miktarda pay aldıkları için bu erdemi özümseyebilirler ve birarada barış içinde yaşabilirler.

Peki bu hikaye neden mit biçiminde anlatılmaktadır? Çünkü İnsanların erdemleri üzerine bilimsel bir kanıtlama yapmak mümkün değildir. Nihayetinde bugün de sahip oldugumuz bütün değerler de bir kabul üzerine oturmaktadır. Bu sebepten bu konu ancak mit formunda anlatılabilir.

Bu diyalog Platon’un bir önceki kitabı Theaitetos’tan farklı olarak evrensel bir doğruluk duygusunun var olduğunu savunmaktadır. Protagoras burada Sokrates’in net tenkitine de cevap vermiş olmaktadır. Sokrates’e göre hekimden hekimlik, ayakkkabıcıdan ayakkabıcılık öğrenilir. Sofistlerin bu bakımdan öğretecekleri bir sanata sahip değildirler. İnsanlar bütün özel ihtiyaçları bakımından bir uzmana ihtiyaç duyarlar ama herkesin ortak ihtiyacı olan birlikte yaşam için gerekli olan politik sanatı Sofistlerden öğrenebilir ancak.

Aslında Platon bu görüşlere büyük oranda katılacaktır. O da çok daha az önemli konularda insanların işlerinde uzmana başvurmalarına rağmen, en önemli konu olan iyi yönetilebilme konusunda uzmanlık gerekliliği görmemelerini eleştirir.

Platon’un fikir ayrılığına düşeceği nokta onun  iyi yönetme bilgisine sadece bazı özel bir sınıfın sahip olabileceğini düşünürken, Protagoras’ın bu konuda herkesin eğitilebileceğini düşünmesidir. Platon'un siyasal erdeme sahip olduğunu düşündüğü insanlar soy aristokratları değil, onlar bilgi ve liyakat aristokratlarıdır. Diğer taraftan Atina demokrasisi buna tam zıt bir temel üzerine oturur. Siyasal erdem özel bir uzmanlık değildir, bütün yurttaşlar mesleklerine ek olarak siyaset ile ilgilenebilirler. Protagoras da bu görüşte olanlardandır.

Bu durumda Sofistlerin herhangi sıradan insana öğreteceği nedir? Tüm yurttaşlar siyasal erdem yeteneğine sahip olsa da bu sadece bir potansiyel olarak vardır. Kullanılabilir olabilmesi için eğitim gerekir. Yani karakter ve zeka bakımından bozuk aşağı insanlar dışında herkes siyasal toplumun üyesi olabilirler. Daha sonra Platon ve Farabi’de de göreceğimiz üzere anormallerin ortadan kaldırılmalarının, sitede siyasal erdeme sahip olmayanlara yer olmadığı gerekçesiyle gerekli olduğunu söylecektir.

Protagoras'a göre politik erdem ne doğanın, ne de talep edenin eseridir. O öğrenilebilir ve emekle elde edilir. Kimse çirkin bir adamı çirkinliğinden dolayı suçlamazken, yasalara göre kötülük yapan bir insanı kötülüğünden dolayı sorumlu tutmaktadır. Zaten siyasal erdem öğretililebilir bir şey olmasaydı ceza vermek manasız olurdu. Cezalar suçu önlemek için verilir.

Artık siyasal erdemin öğretilebilir olduğune eminsek olaya bir de şu açıdan bakabiliriz. Bazı insanlar aileden, okuldan bir şekilde bu bilgiyi yeterince almamış olabilir. Bu eksiklik eğitim ile kapatılabilr. Bu da Sofistlerin verdikleri eğitim karşılığında neden ücret almaya hakları olduğunu açıklar. Siyasal olarak yükselmek karşılığında bir ücret ödemeleri normaldir.

Bu duruma o zamanın Atina’sını iyi anlayarak bakmaya çalışırsak burjuvazinin, aristokrasi karşısında dengeyi serveti ile karşıladığını görebiliriz. Eğer burjuvaların servetleri olmasa  aristokratların kalıtımsal imtiyazlarının altında ezilmeleri kaçınılmaz bir durum olacaktı. Öyleyse para yararlı ve hayırlı bir icat olarak ele alınabilir.

Protagoras daha sonra Aristoteles’in öz bir şekilde belirteceği «insan politik bir canlıdır (zoon politikon)» görüşünün de öncüsüdr. İnsan bazı sanatları icra edebilme özelliğine sahip olsa da özünde sitede yani politik bir ortamda yaşayabileceğidir.


Tanrı Kuramı

Protagoras’ın tanrı anlayışında elimizdeki kaynaklara göre belirli bir tutarsızlık vardır. «Tanrılar Üzerine» adlı kitabında tanrılar hakkında bilinmezci bir tavır takınır. Buna karşılık Platon'un Protagoras diyaloğunun girişindeki hikayede tanrıları siyasi öğretisinin temeline yerleştirir. İlk yaklaşımın kaynağında İyonyalıların tanrıları doğa varlıklarına ya da güçlerine indirgemesinin etkisi olabilir. İkinci yaklaşım ise tanrıların doğa bilimi açısından değil de kültürel olarak ele alındığı yaklaşımdır.

Sofistlerle ortaya çıkan bu ikinci yaklaşımda, tanrılara insan ve toplum açısından bakılmaya başlanmıştır. Bu bakışa göre sorulması gereken soru tanrıların var olup olmadığı değil, tanrı fikrinin kaynağının ne olduğu, tanrı kavramının ne işlevi olduğudur.

Daha önce Ksenophanes de insanların insanbiçimci tanrı anlayışını benzer şekilde ele almıştı. Ksenophanes bu yaklaşımın tanrısallığın özünden uzak olduğunu vurgulamak istemekteydi ancak Sofistler bu yanlış anlayışların bir anlamı ve işlevi olduğunu düşünmekteydiler.

Platon «insanın hiçbir şeyin ölçüsü olmadığını, her şeyin ölçüsünün Tanrı olduğunu söyleyerek tanrıtanımazlığı ve şüpheciliğe yer bırakmaycaktır.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder