MÖ 5. yy., dünya tarihinin belki de en önemli dönemidir. Bu yüzyılın başlarında Atina ile diğer Yunan şehir devletleri (site), Perslere karşı kurdukları ittifak neticesinde büyük bir zafer kazanırlar ve Antik Yunan’ın altın çağını başlatmış olurlar. Ancak 27 yıl sürecek olan Peloponnes Savaşı bu altın çağı sona erdirecektir. Sadece savaşı kaybeden Atina değil, galip gelen Sparta ve müttefikleri de ellerindeki güçlerin ve servetin büyük bir kısmını kaybetmiş olacaktır. Bu altın çağ boyunca entellektüel olarak lider hep Atina olmuştur. Bu kentte neredeyse her alanda eserler verilir ve günümüze kadar unutulmayacak isimler ortaya çıkar.
Sofistlerin Ortaya Çıktığı Ortam
Bu dönemde tarım ekonomisinin, denizciliğin gelişmesi, paranın icadı gibi yeniliklerle beraber ticaretin ve sanayinin önem kazandığı bir döneme dönüştüğü bir dönemdir. Toprak soylularının hakimiyet kurduğu derebeylik sistemi, ticaret ile zenginleşmiş yeni bir sınıf ile eski gücünü yitirmiştir ve bu yeni sınıf demokrasi adı verilecek yeni yönetim sistemini kurmayı başaracaktır.
Elbette bu büyük değişim kültürel açıdan da büyük çatışmaları da beraberinde getirecektir. Soyluların hiyerarşik dünya görüşü, dini ahlakı ile daha eşitlikçi dünya görüşü ve hümanist ahlakı ile karşı karşıya gelecektir. Nasıl ki 18. yy’da benzer çatışmalar bir aydınlanma dönemiyle devam edecekse, Antik Yunan’da da bu dönemi Sokrates ve Sofistlerin önderliğinde entellektüel parlak bir dönem takip edecektir.
Sokrates öncesi filozoflara filozof kimlikleri dışında matematik, astronomi, coğrafya, biyoloji gibi bilimlerle uğraştıkları için «doğa filozofları» da dendiğini biliyoruz. Bu filozoflar kısmen siyasete, ahlaka değinseler de esas olarak ilgileri varlığa, harekete kısacası doğayadır.
Oysa Sofistler ile beraber ilgi insanla ilgili olan din, ahlak, siyaset gibi konular önem kazanacak fizik ve metafizik problemler geri planda kalacaktır. Tabi ki durumu sadece ekonomik ve sosyal faktörlere indirgemek fazla basite kaçmak olacaktır.
Unutmayalım ki insanın ilk problemi kendisi ya da diğer bir deyişle insan değil, öncelikle çevresi yani doğa olmuştur. Doğa ilginçtir ve açıklanması gerekir. Öyleyse felsefenin de doğa ile başlaması ekonomik ve sosyal koşullardan bağımsız olarak doğal olarak karşılanabilir.
Filozoflar doğayı tanımak için yaptıkları çalışmalarda ilk aşamada kendi akıl, zihin ve duygularını çok da sorgulamamışlardır. Bu sorgulama ciddi fikir ayrılıkları ortaya çıktığında – Herakleitos ve Parmenides arasında olduğu gibi – mevzu bahis olabilecektir.
Kısacası, insanın kendisini incelemesi için öncelikle kendisini test etmesi gerekecektir ve doğa felsefesi üzerine çalışmalar da bu şartı sağlanmasını sağlayacaktır.
Tekrar geriye baktığımızda varlık-değişme probleminin bir tıkanma yaşadığını görmekteyiz. Varlıkların sayısını ister Empedokles gibi sınırlı tutrak da, Demokritos gibi sonsuz alsak da, benzer şekilde ister onlar arasındaki birleşme ve ayrılmaları Empedokles gibi onların dışındaki bir ilkeye atfedelim, ister Demokritos gibi böyle bir nedene ihtiyacımız olmadığını söyleyelim, bu açıklamalar ile daha fazla ileriye gitmek pek mümkün gözükmemektedir.
O halde Sokrates-öncesi dönemi meşgul eden bütün bu probleme yeni bir bakış açısı şarttır ve bu akıi ancak Platon ve Aristoteles ile karşımıza çıkacaktır. Peki sofistler neden 150 yıllık bu probleme ilgi duymamışlardır? Bu dönemde neredeyse her bir problem birbirinin tam zıttı şekilde sonuca bağlanmıştır. Biri arkhe sudur derken diğer ateştir der. Birisi varlık tektir derken, diğeri çoktur der. Biri varlık vardır, oluş yoktur derken bir diğer varlık yoktur, oluş vardır der. İşte bu ortam Yunan aydınını gerçekten yoracaktır. Sürekli sonuçlanmaz bir şüphe içinde kalacaklardır. Aydınların bu ortamda başka mevzularlar ilgilenmesi doğal bir yönelim olacaktır. Bu yeni ilgi alanları insanın kendisi ve toplumla ilgili olacaktır.
Sofistlerden bir şekilde çok az sayıda eser kalmıştır. Bunun sebebi öğretilerinin Atina’daki geleneksel toplumda meydana getirdiği olumsuz tepkiler midir? En bilinen sofist olan Pratogoras, tanrılar hakkında bilinmeci bir tavır takınır ve bu bazı çevreleri çok rahatsız eder. Mevzu bahis kitabın toplatıldığı ve pazar yerinde yakıldığı bilinmektedir. Özellikle 5. yüzyılın sonuna doğru Peloponnes Savaşı'nın kaybedilmesinin doğurduğu karamsarlık ve öfke ortamı içinde Sofistlere karşı düşmanca bir tutumun ortaya çıkmış olduğu bir gerçektir.
Sofist kelimesi aslında bilgin anlamına gelse – zaten bildiğimiz kadarıyla Protagoras kendine sofist demekteydi – de Aristophanes, Platon ve birazcık da Aristoteles'in onlara karşı sert olumsuz görüşleri sonucu bir aşağılama olarak da kulanılmaya başlamıştır. Özellikle Platon diyaloglarında sofistleri çok zor ve gülünç durumlara düşürerek onlarla alay eder. Platon’un bu acımasızlığı onların daha sonra şarlatan ahlaksızlar olarak anılmasının birincil sebebi olacaktır. Bu aşağılamaların en önemli sebebi onların zaman zaman astronomik sayılabilecek yüksek ücret almış olmalarıdır.
Ancak sofistlere bu kadar saldırılmasının tek sebebi elbette sadece ücret alıyor olmaları olamaz. Onların düşünme yöntemleri de çok tepki çekmişti.
Sofistler belirli konular üzerinde belirli görüşler belirlemiş felsefi okullar değillerdi. Onların amacı öğretiden çok, düşünme biçimini öğremekti. Bu yeni bir tür kültürdü. Sofistlerin insan hakkındaki belirli bir anlayışı vardı ve bunu savunmaktaydılar. Gelenksel olarak Yunanlılar gençleri savaşçı veya atlet olarak yetiştirmeye değer verirdi. Oysa sofistlere göre önemli olan yuttaş olan insandı. Bu bir idealdi. Yunan dünyasındaki demokrasi hareketi ile geniş kitleler siyaysal hayata girmişlerdir. Asker veya sporcu olacak olan özgür erkekler, meclislerde temsilci, mahkemelerde yargıç veya jüri üyesi olarak görev yapıyorlar, şehirlerinin yönetimlerinde rol alıyorlardı. Artık önemli olan bedensel özelliklerden ziyade, kültürel konularda kendini geliştirmiş olmak, meclislerde, mahkeme salonlarında, pazar yerlerinde kendi davalarını savunmak veya karşı davaları, tezleri çürütmek konusunda onları maharetli olmaktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder