insan ayarlı

27 Aralık 2015 Pazar

Uykuların Doğusu

Hasan Ali Toptaş'ın Uykuların Doğusu romanının 218, 219, 220, 221, 222. sayfalarından alıntıdır.
Doğan Kitap, 2.Baskı, 2005

--- ---

İşte o bana böyle görünürken, annem telefonu yavaşça kapattı sonra ve bir zaman öylece durdu masanın kenarında.

Ardından da gözlerini babamın yüzüne dikerek, ağabeyim hiç kımıldamadan sürekli serçeparmağına bakıyormuş, dedi.

Muzip biri gelmiş de ortalıkta komik adımlarla şöyle bir gezinivermiş gibi, babam hafifçe gülümsedi dinlediği türkünün içindeki dağların gerisinden.

Annem sesini biraz daha yükselterek, duymadın mı, sürekli serçeparmağına bakıyormuş, dedi yeniden.

Babam da, hatırlıyorum, şakadır şaka, diye karşılık verdi ona.

Ruhu dayımın ruhuyla aynı karanlıktan çıkıp geldiği için midir nedir, annem o gün babamın bu düşüncesine katılmadı tabii; ne yapacağını bilemeden, Allah Allah, Allah Allah diyerek endişeli bir yüzle salonun ortasında döndü durdu.

Ben de, dayım neden serçeparmağına bakıyormuş, diye sordun ona o sırada.

Ne bileyim, bakıyormuş işte, dedi sertçe.

Sonra ben yerimden kalktım hemen, yanına gittim ve hiç ağzımı açmadan birkaç dakika öylece bekledim. Birkaç dakika, aklımdaki yaprakların hışırtısını dinledim aslında. Hatta dayım oradaymış gibi, korka korka eğilip sessizce baktım bu hışırtıların içine.

Ardından da anneme döndüm ve yumuşak bir sesle, dayıma gidelim mi, diye sordum.

Durduğumuz kabahat, hadi gidelim, dedi annem.

Böylece, işte babama biz gidiyoruz bile demeden hızla dışarı ya çıktık o gün, iki heyecanlı gölge halinde bir taksiye atladık ve gar binasının önündeki gürültülerle bu gürültülerin içinde gezinip duran dilencilerin arasından geçerek şehrin öteki ucuna doğru yola koyulduk.

Vardığımızda, yengemin telefonda söylediği gibi dayım sol elinin serçeparmağını sol dizinin üstüne koymuş, hiç kımıldamadan, büyük bir ciddiyetde öylece bakıyordu. Kardeşini bu şekilde kendi gözleriyle görünce annem ister istemez korktu tabii. Korkunca da, hemen onun odasına girip yanı başına çöktü ve neler olduğunu öğrenebilmek için çeşitli sorular sormaya başladı. Ben yengemle birlikte salonda, kapının arkasına düşen karanlığın içindeydim o sırada; neler konuşulduğunu bulunduğum yerden net olarak duyabiliyordum. Dayım eskisi kadar neşeli, eskisi kadar parlak ve tatlı bir sesle adeta yalvarırcasına, bakmadan edemiyorum, vallahi elimde değil, anlamıyor musun elimde değil, diyordu anneme. Ardından da, ısrarla, kendisinin bakma hastalığı­na yakalanmış olabileceğini söylüyordu. Tabii, bakma hastalığı da neymiş, ilk defa duyuyorum, diye hemen bu fikre karşı çıkıyor ve bir an susup içini çektikten sonra, belli ki benimle eğleniyorsun, eğlen bakalım, diyordu annem.


24 Aralık 2015 Perşembe

Sofistler'e Giriş (Felsefe-015)

MÖ 5. yy., dünya tarihinin belki de en önemli dönemidir. Bu yüzyılın başlarında Atina ile diğer Yunan şehir devletleri (site), Perslere karşı kurdukları ittifak neticesinde büyük bir zafer kazanırlar ve Antik Yunan’ın altın çağını başlatmış olurlar. Ancak 27 yıl sürecek olan Peloponnes Savaşı bu altın çağı sona erdirecektir. Sadece savaşı kaybeden Atina değil, galip gelen Sparta ve müttefikleri de ellerindeki güçlerin ve servetin büyük bir kısmını kaybetmiş olacaktır. Bu altın çağ boyunca entellektüel olarak lider hep Atina olmuştur. Bu kentte neredeyse her alanda eserler verilir ve günümüze kadar unutulmayacak isimler ortaya çıkar.

12 Aralık 2015 Cumartesi

Oğullar ve Rencide Ruhlar

Alper Canıgüz'ün "Oğullar ve Rencide Ruhlar" romanının 108. ve 109. sayfalarından alıntıdır (İletişim Yayınları 14.Baskı 2014).

--- ---

Bazen de saygıdeğer abilerim ablalarım, dünyası yerle bir olur insanın. Hayat, fazla kafa yormadan idare etmeyi sağlayan bütün anlamlarını yitiriverir. En akıllıca saydığınız fikirlerinizin saçmalığını, en içten duygularınızın yapmacıklığını kavrarsınız. Aslında hiçbir konuda bir fikriniz bulunmadığını, aslında hiç kimseye karşı bir şey hissetmediğinizi ve tüm evrenin de size karşı aynı gaddarca kayıtsızlık içinde olduğunu. Hep gözünüzün önünde durduğu halde o güne dek her nasılsa yok saymayı başardığınız bu gerçeği fark ettiğiniz anda ilahi işleyişi de çözmek üzeresiniz demektir.

Tanrı, içindeki tahammülfersa boşluğu doldurmak için evreni yaratır. Evrenin içine gezegenleri, gezegenlerin içine dünyayı, dünyanın içine hayatı, hayatın içine insanı yerleştirir. Ve onun içine koyacak bir şey bulamaz. İşte insan denen tuhaf hayvanın, varlıkların en yücesi ve en anlamsızı kılınışının hikayesi. Evrenin orasını burasını felsefeyle, sanatla, aşkla, hatta ironik bir biçimde Tanrı'yla bezerken, ortak anlamzsızların en küçüğünün elbette bir gerçeği unutması gerekmektedir: Hakikatte bütün kitaplar sayfaları doldurmak için yazılır.

Sevdiğiniz birinin ölümü, örneğin, yüzleşmenizi sağlayabilir kendinize söylediğiniz yalanlarla. Ya da ananızdan yediğiniz okkalı bir dayak. Üstelik siz, ananızın canınıza okumak için haklı duygusal gerekçeleri bulunduğuna inanmaya hazırken, içinizi parçalayan onun gözü dönmüşlüğü değil, beyninizi zedelememek için sopayı sadece kollarınıza ve bacaklarınıza indirecek kadar düşünceli davranması olabilir. Nihayet onun elinden kurtulup kendinizi odanıza attığınızda pencereden giren akşam güneşinin ışığında neşeyle dans eden tozlar dört bir yana dağılır. Onların huzurunu kaçırmak sizi öyle bir üzer ki, içiniz feci bir dışlanmışlık duygusuyla dolar. Birden gözlerinize yaşlar hücum eder. Bu küçük sevimli yaratıkların sizden korkmasını hazmedemezsiniz. İki saatlik dayak seansına gık demeden katlanan siz, yere kapanıp zırıl zırıl ağlamaya başlarsınız. Sonra bir toz tanesi gelip parmağınızın üzerine konuverir. Usulca oynatırsınız parmağınızı. Hala oradadır. Derken diğerleri ona katılırlar. Yerde yatarken üzerine toz tanecikleri yağar. Sırt çevirdiğiniz hayat o noktada sizi kucaklarken hıçkırıklarınız fraktal bir dans müziğine dönüşür.

Bir gün toz zerrecikleri sizi bağrına basarsa, bilin ki ya nirvanaya ulaştınız ya çıldırdınız. Hangisi olduğuna kendiniz karar vereceksiniz.

19 Kasım 2015 Perşembe

Bilmezler

Cihan – ara cihan içindedür, arayı bilmezler
Ol mahiler ki derya içredür, deryayı bilmezler

Hayali

Cihan-ara: Kainat'ı-süsleyen (Allah manasında)
Mahi: Farsça balık (Arapça yakıp yıkan anlamına da gelmektedir. Bazı incelemelerde mahiler aslında bir yandan bu kayıtsızlıklarıyla dünyayı yakıp yıkmaktadırlar.)

---
Kainat'ı süsleyen Kainat içindedir, (insanlar) aramayı bilmezler
Tıpkı denizin içindeki balıkların denizin farkında olmamaları gibi
---

İnsanların büyük bölümü etrafından habersiz bir hayat sürerler. Tıpkı tüm hayatını denizde geçirip denizin dahi ne olduğu hakkında hiç bir fikri olmayan balıklar gibi. Diğer yandan o balıklar denizden başka bir dünya olduğunu bilmezler, bunu düşünemezler bile. Eşref-i mahluk olan insanın kendi dünyasını keşfetmesi de ancak diğer dünyaları da idrak etmesiyle mümkün olacaktır. Öyleyse insanın idrak kabiliyetini kullanarak hayatın ve yaratılışın farkında olması gerekir. İnsanlar, Kainat'ı Süsleyen'in -aslında Kainat'ın her zerresine vurmuş olduğu mühürü sayesinde- farkına varabilirler.

Hayali: Asıl adı Mehmet'tir. Sufi bir seyyah yanında seyahet ederek Sufi düşünce eğitimi aldı. Daha sonra Pargalı İbrahim Paşa'nın dikkatini çekerek Kanuni'nin nedimlerinden biri oldu. Bağdat'ın fethi esnasında Fuzuli ile tanıştığı rivayet edilir. 1557'de Edirne'de vefat etmiştir.

24 Ekim 2015 Cumartesi

Atom Kavramı (Atom-1)

Hikaye

Eğer bir afette bütün bilimsel birikim yok olacak ve sadece bir cümle gelecek kuşaklara aktarılacak olsaydı, hangi cümle en az kelimeyle en fazla bilgiyi içerebilirdi? Bütün maddeler atomlardan meydana gelmiştir.

Yukarıdaki söz, Nobel Fizik Ödülü kazanmış ABD'li Richard Feynman'a (1918-1988) aittir. Atom'un hikayesi bir kaç sayfa açıklamayla geçiştirilecek bir konu değil. Bir nevi fikri olarak da olsa Demokritos tarafından keşif süreci başlayan atom ile ilgili daha ne kadar katedilecek yol olduğu hayallerimizin ötesinde gibi duruyor.

21 Eylül 2015 Pazartesi

Atomcular - Leukippos ve Demokritos (Felsefe-014)

L eukippos ve Demokritos atomculuk felsefesinin savunucuları olarak kendilerinden önce gelen varlık ve oluş probleminin Sokrates’ten önceki son halkasını oluşturmaktadırlar. Eleacı bakış açısına kendileinden önce gelen iki çoğulcu filozoftan sonra onlar da cevap verirler. Bildiğimiz gibi Elacılara göre hareket varsa oluş yoktur. Atomcular ise deneylerin de kabul edilmesi gerektiğini savunurlar.

Her ne olursa olsun, Atomculuk Sokrates öncesi Yunan felsefesinin çoğu felsefe tarhiçisine göre zirve noktasıdır ve materyalist düşüncenin ilk önemli adımları olarak görülür.

20 Eylül 2015 Pazar

Anaksagoras (Felsefe-013)

Anaksagoras’ın MÖ 500 yılında doğduğu ve 428 yılı olan Platon'un doğduğu yıl ölmüş olduğu tahmin edilmektedir. Urla yakınlarındaki Klazomenai antik şehrinde doğduğu bildirilmektedir.Varlıklı bir aileden gelmesine rağmen, Platon’a göre bütün servetini bilimsel araştırmalar için tüketmiştir. MÖ 468 yılında, düşen büyük bir göktaşını inceleme imkanı yakalamıştır. Nihayetinde göktaşının kızgın bir kaya olduğunu görerek, Ay, Güneş gibi gökcisimlerinin dünya gibi bir yapıda olduğu sonucuna vardığı kabul edilmektedir.

Bu da onun gelecek otuz yılını geçireceği Atina’da dinsizlikle suçlanmasına sebebiyet verecek ana sebep oalrak görülmektedir. Parmenide ve Zenon da daha önce Atina’yı ziyaret etmiştir ancak buraya tam olarak yerleşen ilk filozof Anaksagoras olmuştur. Bunun da elbette ki sebebi Atina’nın siyasi, kültürel ve ekonomik olarak bir merkez haline gelmiş olmasıdır. Platon’un anlattığına göre Anaksagoras, Atina’da güzel karşılanmış ve meşhur Atinalı devlet adamı Perikles’e danışmanlık yapmıştır. Ayrıca önemli tragedya yazarı Euripides ile de dost olduğu rivayet edilir.

15 Eylül 2015 Salı

Empedokles (Felsefe-012)

Empedokles’in de doğum ve ölüm tarihleri tartışmalıdır. MÖ 490'lar civarında doğduğu, 430'lar civarında ise öldüğü tahmin edilmektedir. Doğum yeri Sicilya’dır ancak ölüm yeri tartışmalıdır. Zamanımıza ulaşmış iki eserinden ilki olan «Arınmalar»’da Empedokles kendisini bir tanrı gibi takdim eder. İnsanların kendisinden hastalara şifa vermesini, gelecekle ilgili kehanetler de bulunmasını ve onlara doğru yolu göstermesini istediğinden bahseder. Buradan onun kendini bir peygamber, kahin ve şifacı olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Onun nabzı ve solunumu durmuş ve hekimler tarafından artık tedavi edilemez denmiş bir kadını iyileştirdiği rivayet edilir.

Dostlarım...

Selam olsun size! Ölümsüz bir tanrı olarak yürüyorum aranızda, ölümlü değilim artık; kuşaklarla, çiçekli taçlarla, nasıl yaraşırsa öyle kuşandım, onurlandırıldım. Dört başı mamur kentlere her girdiğimde, erkeklerle kadınlar, onbinler hürmet eder bana, esenliğe giden yolu bilmek için. Kimi, kehanetler duymak için yanıp tutuşur, kimi de her türlü hastalıktan müstariptir, can atar iyileştiren bir söz duymak için.

12 Eylül 2015 Cumartesi

Ref-i taayyün

İtdük o kadar ref-i taayyün ki Neşati
Ayine-i pür-tab-ı mücellada nihanuz


Neşati

itdük: ettik manasında
ref: lağv etme, ortadan kaldırma
taayyün: görünürlük, belli olma
ayine: ayna
pür: dolu, tam manasıyla (tab-ı mücella'yı vurgulamakta)
tab: parıltı
mücella: cilalı
nihan: sır

---
Ey Neşati, görünürlüğü o kadar ortadan kaldırdık ki,
Pırıl pırıl cilalı aynada bile aksimiz sır olmuştur.
---

Ayna ışıkların tümünü yansıttığı için varlıkların görüntülerini oluşturur. Tasavvuf yaklaşımıyla aslında görülen şahsımız onun bir parçası olduğundan sadece Tanrı'dır. Kendi görünürlüğümüz arkada planda kalmış, aynada sır olmuştur.

Tam burada Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanındaki aşağıdaki bölümü alıntılıyalım;

''...............
Bir yunus balığı sürüsü mehtabı kovalıyormuş gibi suda kavisler çizerek yanıbaşlarından geçti. Daha ileride bir vapur projektörü aydınlığın en ziyade toplandığı yerleri, başka bir şekilde görünür yaptı. Sanki eski ve güzel bir metni tefsir eder gibi, bütün müphem parıltılar keskin vuzuha kavuştular. Yüzlerce kuğu kuşu bir akıntı yerinde, bir anlık vehimden hayatlarını yaşadılar. Sırçadan, ince ve şeffaf dünya, kendi musıkisine, asıl sazları belki çok derinde çalan o acayip dinleyişe kapandı.

Mümtaz ceketini Nuran'ın omuzlarına atarken:

-Ayın Ferahfeza Peşrevi, dedi.

Hakikaten Dede'nin Ferahfeza Peşrevi'nde olduğu gibi, fakat görünmeyen neylerden yaprak yaprak dökülen bir dünyada idiler.

Etraflarında herşey ney nağmesi gibi yumuşak, derinden ve erişilmez sırların aynası idi. Sanki çok Rahmani bir düşüncenin, her zaafını yenmiş bir aşkın üst üste kavislerinde dolaşıyorlar, öz halinde bir yığın baharın arasından geçiyorlardı.

-Hatta neredeyse Neşati'nin beytinin dünyasına gireceğiz.

Ettik o kadar ref-i taayyün ki Neşati,

Ayine-i pür-tab-ı mücellada nihanız

Nuran gülüyordu:

-İyi ama, eşya var, biz varız. Vücudumuz maddi bir şey değil mi? Yani herkesinki gibi...

-Allah'a bin şükür... Fakat seninki bana göre herkesinki gibi değil...

-Küfür...

-Küfür veya Allah'a giden en kısa yol... Unutma ki bu gece tam vahdet-i vücud içindeyiz...

Bir balık yanıbaşlarında sudan sıçradı. Havada elmas bir kavis çizdi. Sonra biraz ötede denizin buğulu mavi aydınlığında beyaz bir şey çatlar gibi oldu.
........''


Neşati: Gerçek adının Ahmed veya Süleyman olduğu zannedilmektedir. 1674 yılında vefat ettikten sonra Şeyhliğini yaptığı Edirne Mevlevihanesi'ne defnedilmiştir.

Zübde-i Alem

hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen


Şeyh Galip

zübde: öz
alem: Kainat
merdüm-i dide: göz bebeği (dide göz anlamındadır, merdüm ise kendi başına göz bebeği anlamına da gelebilmektedir.)
ekvan: kevn'in (varlık) çoğulu

---
şahsına güzel gözle bak; kainatın özüsün sen,
varlıkların göz bebeği olan insansın sen
---

Şeyh Galip, insanı yaratılanların en şereflisi (eşref-i mahlukat) olarak görmekteydi. İnsanı tüm varlıkların özü olarak en üst mertebeye koymaktaydı.

Şeyh Galip: Mutasavvıf Galip Mehmed Esad Dede, Miladi 1757 İstanbul doğumludur. Henüz 24 yaşındayken kendi divanını meydana getirmiştir. 34 yaşında Galata Mevlevihanesi Şeyhi olmuştur. 41 yaşında vefat etmiştir.

1 Eylül 2015 Salı

Elea'lı Zenon (Felsefe-011)

Diyalektik Akıl Yürütme

Elea’lı Zenon’u Aristoteles diyalektik akıl yürütmenin kurucusu olarak takdim eder. Aristoteles'e göre diyalektik; kesin öncüllerden hareketle, kesin sonuçlara varan akıl yürütmeden farklı olarak, muhtemel veya akla yakın öncüllerden hareketle, yine muhtemel veya akla yakın, ikna edici sonuçlara varan bilimsel olmayan akıl yürütmedir. Bu açıdan diyalektik akıl yürütme bilimsel akıl yürütmenin altında olsa da, aldatıcı olan sofistik akıl yürütmenin üzerindedir.

Aristoteles'e göre diyalektik akıl yürütmenin en önemli faydalarından biri, bilimsel olarak kanıtlanması mümkün olmayan bazı şeylerin dolaylı olarak kanıtlanmasını sağlamasıdır. Örneğin özdeşlik ilkesi bu tür bir ilkedir. Ona göre bu ilke doğrudan kanıtlanamaz; çünkü herhangi bir kanıtlamanın kendisi zaten özdeşlik ilkesinin kabulüne dayanır ve onu önceden varsayar. Özdeşlik ilkesini kanıtlamaya çalışmak, kanıtlamaya çalışılan şeyi önceden varsaydığı veya gerektirdiği için kanıtlama iddiasında olduğu bir ilkeyi karşısındakinden istemesidir. Buna karşılık özdeşlik ilkesi, bu ilkeyi kabul etmeyen insanların görüşlerinin saçmalığı gösterilerek dalaylı olarak kanıtlanabilir. Bu, «saçmaya indirgeme» yoluyla dolaylı kanıtlamadır.

Zeno gençlere doğrunun ve yanluşın kapıları gösteriyor (Veritas et Falsitas)