insan ayarlı

12 Aralık 2010 Pazar

hakiki petek süzme Kars çiçek balı

... ve yine yıllar geçmişti. Eskiye olan özlem tarif edemeyeceği biraz acı ama sevdiği bir tat bırakıyordu artık. "Herşey çok karışık" demeye alışmıştı ve bu kadar sık söylenen sözleri sevmemesine ama sevmediği kadar da mecbur olmasına da alışmıştı. Kimine göre elinde mükemmel imkanlar vardı. Bu imkanları başkasına verseler neler neler yapabilirdi. Dışarıdan bakılınca önce böyle gözükürdü ama aslında öyle değil (diyemezdik). Daha yakından bakmaları lazımdı da daha yakından bakmayacaklardı - herkes herkese yakından bakmaz - süre de az bir hüküm vermek için. Diğer bir yandan çok da zaman var aslında ama insanlardan bunlar talep edilemez, buna ayıracak vakitleri yoktur vesaire...

Kendisinden bekleneni yapmisti, arilardan bal yapmasi beklendiği gibi. Evet ne kadar kalitesiz de olsa yapilanin bal olduğu kesindi. Ak sakallı bir ihtiyar dede yazmış bir kulubenin camına. "Hakiki petek süzme Kars çiçek balı bulunur" diye. Bal denen besine ulaşmak zor değildi, her yerde rahatca bulunabiliyordu. Milyarlarca insandik ve hepimiz insandik. Erkek olan bir tane isterlerse evet kendisi bu gruba girerdi. "140 cm'den uzun, dili çatallı olmayan, ellerinde en az 10 parmak bulunan" biri arasak aday kümesini çok da fazla daraltmış olmuyorduk. Tarhana çorbasına tulum peyniri atarak içenler kümesine dahildi ve buradan aranırsa çok da mutlu olur ve gururlanırdı da.

Artık şüphe yoktu ki bu bir baldı. Evet maalesef kimse aksini iddia edmiyordu fakat değer kazanması için çok daha fazlası beklenecekti şimdi ondan. Sahipleri de bu istekleri yerine getirmek için olmadık taklalar atacaktı.

Çiçek balı imiş. Bu bal tamamen çiçekten mi yapılmış gerçekten veya ne kadarı çiçekten yapılınca çiçek balı oluyormuş? Defterin ortasından kopartılıp ispirtolu kalem ile torununa yazdırılan "hakiki petek süzme Kars çiçek balı bulunur" yazısını gördüğünden beri gözüne uyku girmiyor. Sondan başladı ve ikinci kelimeden daha ileri gidemiyor.

Bu bal öznel olarak "hakiki" idi ama diğer iddiaların hepsi çürütülebilirdi. Dede'nin sözü yeterli bir güvence sayılmıyordu artık. O baldan geneli temsil edecek bir numune alınır ve Yeni Zelanda Arıcılık Üniversitesi'nde çok da güzel br kusur bulunabilirdi. Bu doğal besinler de gayri doğal yöntemlerle satılmalıydı çünkü...

...çünkü Dede bu acımasız şehirin bir sanayi sitesinin camiinde tuvaletin önündeki kulubede mesaisini geçirirdi. Orada olmadığı zaman tuvalet paralarının ödenmeyeceğini bildiği için içeriye "herşeyi gören var" yazmıştı. Oturduğu apartmanın kapıcısının evliya olması gibi bu adam da ermişti aslında ona göre ve ancak bir ermişin sahip olabileceği saflıkla bir yandan bal satmaya çalışıyordu.

Bunu düşününce hüzünlendi bizimkisi ama kendi ahmaklığının da bir göstergesiydi aslında. İşi sorulduğunda sürekli şikayet eden, çevresi için acımasız eleştrilerde bulunan bu zavallı elindeki imkanları kullansa hayatta çok da başarılı olacağına inandırılmıştı. Halimizden memnun muyuz? "Allah'a şükür" dedi Dede. Hayatında hiç takım elbise giyip iş toplantılarına gitmemişti, internetten indirim yakalayıp kendisine tenis ayakkabısı da almamıştı.

... ...

bütün renkler aynı hızla kirleniyordu
birinciliği beyaza verdiler

Ö. A.


21 Kasım 2010 Pazar

tarhana içen Deli Balta

(Bana Bakırköy'den diyebilirsiniz.) Dayım bizi ziyarete gelmiş hastaneye çok yakın evimizde. Birşeyler mi olmuş?

ZZzzzzz Öğlen vakti şöyle bir dolaşmaya çıkmışım hastanenin orada. Bahçesinde yürüyen bir hasta vardı, beni görünce yüzü aydınlandı. Aslında oldukça sağlıklı bir adam gibi duruyordu. "Hemşehrim sen Uşaklısın değil mi?" dedi. "Evet" dedim. "Ben anamın tarhanasını çok özledim, Uşak'a dönünce anama bir var da söyleyiver, bana tarhana göndersin."

Birkaç yıl geçti galiba. Uşak'ta çarşıda bu adama rastladım. Ellerime ayaklarıma kapandı, çok teşekkür etti. Tarhana çok iyi gelmiş, hatta o sayede iyileştin demiş doktoru. Beni bırakmadı, illaki evine gelip anasının tarhanasından içecekmişim.

Evde kimse yoktu. Beni bir odaya buyur etti. Odanın ortasında halının üzerinde bir balta vardı.

"Anam tarhanayı neden göndermedi?" dedi ve baltayı bileylemeye başladı. ZZzzzzz

4 Kasım 2010 Perşembe

... ...

Otobüste karşısında oturan bu adam yalnızlığına isyan etmek istiyordu artık. Bunu suratından anlayabilemezdiniz.

9 Ekim 2010 Cumartesi

ishi no shita

Onlarca yılın sonunda boş umutların gerçekleşmeme ihtimalinin "sadece bazı zamanlarda" çok düşük olduğunu hatırlayabiliyorduk. Bu onlarca yılın bize kattığı "sözüm ona" iyi tecrübeler bunlardı. Evet, son olarak en değer verdiği de geri dönmek üzere derken üç sene geçmişti. Sonra bunu aslında ne kadar çok istediğini tekrar farkedip bu üç sene de neden daha fazla çaba sarfetmediğine yakındı. Yılların içinden geri dönmek istedi ve gece yatağa ilk uzandığında veya otobüste giderken hep bunu hayal etti. Bu kısır döngü içerisinde hayallerden çıktığı anların yavaştan ve derinden giren sızısı da kendisini akıllandırmadı. Acı çekiyor ve bundan gurur duyuyor sonra tekrar acı çekiyor çünkü gurur insanın kendisine saygısı gibi dursa da dışardan pek de ilgi çekmiyor, takdir toplamıyor. Annesinin oğlunu dünyanın en güzel insanı sanması yetmiyor. 20 yıl geriye dönmekten başlıyor, talihini zorlamak sonra hep daha azına yetinip bir gün öncesine bile dönmek için herşeyini vermeye hazır hale geliyor.

Bunları düşünmek şart değil ama bari herşey gelişi güzel olmasın neler olmuş bu son yıllarda diye bakıyor. Evet çok azı kusursuz hatıralar. Birkaçını hatırlamaya bile cesareti yok. Elindekiler bir bir gidiyor, kavgalar, tartışmalar, haksızlıklar. Evet kendisi için bu kadar zor olan hayat ve kendisi gibi diğerleri ile olan ilişkileri kaçınılmaz mesafeler açıyor. Belki haklı ama kendisi için bile önemi yok. Neredeyse üç sene olacak, olmadan birşeyler yapamaz mıyız?
... ...

"demek ki insanlar birbirine ancak muayyen bir hadde kadar yaklaşabiliyorlar ve ondan sonra, daha fazla sokulmak için atılan her adım daha çok uzaklaştırıyor." S.A./K.M.M.

3 Ağustos 2010 Salı

El-Bais

Yağmur yeni dinmişti. Gecenin bu vaktinde eve dönüşü en kısa yoldan, mezarlık içinden yapmamak için bir sebep yoktu. Bozkurt hep anlatırdı bizler de inanırdık. Aslında o yıllar önce ölmüştü ve sonradan hortlamıştı. Nas da bunu iyi bildiğinden geceleyin mezarlıklarda onunla beraber dolaşmaktan çok korkmazdı. Bozkurt mezarlarda yatan ahbaplarına selam verdiğinden sohbetleri sürekli kesilse de Nas halinden memnun gibiydi. Zaten bu adam çok beklendik rahat tepkileriyle yüz yıllardır bizi şaşırtmaktaydı. Yani aslında halimiz buydu ve ne olursa olsun çok fazla üzülemezdi de sevinemezdi de. Sinir yapan sinirler konusunda tıpçılara çok faydası dokundu... demek isterdim ama öyle olmadı. Sinir yapan siniri yoktu o yüzden bende çok olan soyut sinir miktarını azalttıramadık. Bunun için çılgın doktorlar bulmak lazım derdi Doktor.

Bozkurt hepimizin bildiği ama yine dinlemek istediği hikayeyi anlatacaktı bunu hissedebiliyorum. "En çok köy mezarlıklarını severim." dedi. "Oralarda çeşitlilik pek yok gibi gözükse de aslında dikkatli bakınca çok fazlasını görebilirsin. Neden böyle ben de işin içinden çıkamıyorum. Bunun gibi İstanbul mezarlıklarında yatanlara bakıyorum, hepsinin hayatı, saçı, elbisesi çok çok farklı gibi ilk bakışta ama nedense ben ayırt edemiyorum. Çocukluğumdan beri ayırt edebilme saplantım var, o yüzden bir isim koymam lazım ama birbirinin zıttı iki isim koyduklarım bile daha sonra bana aynı gözüküyor. İşte bu beynimi kemiriyor, ölüleri bile rahat bırakmıyorlar, rahat bırakamıyorum."

Sonra derin bir nefes aldı Bozkurt. (Toprak ve solucan kokusunu severiz biz.) Sen de ölmüştün bir zamanlar değil mi Nas?" dedi Bozkurt. Nas sadece "Bilemiyorum." dedi.

Bozkurt ağaca pençesiyle bir atom resmi çizdi. Sonra devam etti. "Nedendir bilinmez ben öldüğümde, beni kimsenin bilmediği, uğramadığı bir dağa gömmüşler. Mezarımdan çıktığımda titriyordum. Gırtlağım yırtılana kadar haykırdım. İşte o zaman pençelerim çıktı, dişlerim sivrileşti. Sakallarım çıkmazdı benim, onlar uzadı." Kurtlar baktı bana. Onlar bile çeşit çeşit, kuzu eti seveni var, keçi eti seveni de..."

Bozkurt'un kafası şartlara göre çok fazla ya da çok az çalışabilirdi. Dışarıdan etkilenme kusuru gibi gözükse de onu canlı tutuyordu. Kafalarımız karışık mı? Canlı olan Bozkurt mu, Nas mı? Kısa bir süre önce yemin edebilirim Nas'ın canli olduğuna ama bu umarsamazlık nereye kadar? Bize öğretmediler mi önce kendimizi düşünmeyi? Bu umursamazlık sadece kendini düşünmekten değil, kendini bile umursamamaktan geliyor.

"Annen ve Baban seni kalplerininin derinliklerinde hala yaşatıyorlar Bozkurt" dedi Nas. "Artık farkına varılmalı ölümden de yaşamdan da beklentiler çok fazla ve birbirine benzer. Ölümüyüz, yaşıyor muyuz ayırt edemiyoruz. Pençelerinle doktorluk yapabilir misin?"

Geçenlerde başım belaya girdi aynı anda birkaç koldan. Ben epey bir miktar borç takmışım piyasaya - haberim yok gerçi -, ayrıca oturduğum ev ruhsatsızmış, vergi borcum çıkmış - halbuki yemin edebilirdim parayı yatırdığıma -, kaçak elektrik kullanıyormuşuz, kaybettiğim ihalede fesatlık yapmışım nasılsa. Ben bunları yapmadım biliyorum. O zaman iyi bir avukat tutmam lazımmış. Neden yapmadığım şeyler için avukat tutalım? Yapmadım diyorum işte bu yetmez mi? Üstüne gideceğimi zannetmeyin, cezama razıyım. Cezana razı olunca da işler uzadıkça uzar. Her taraf adalet avıcısı... İyi bir avukat tutmak yerine kötü bir avukat tutsak bu sefer. Bunları görünce ölmek anlamlı, en azından bu tür şeyler olmuyor o tarafta.

En sonunda en sevdiğim yere geldiler, ben onları takip ediyorum, beni de başka biri. Gözlerinden çıyanlar, kulaklarından solucanlar çıkan biri ama yine de sevimli. Benimle hiç bir ölü konuşmaz nedense, onların bile ön yargısı var halbuki kaç kere söyledim aslında göründüğüm kadar kötü değilim. En sevdiğim yer burası diye mi böyle yapıyorlar? Bozkurt burayı görünce çizgi şeklindeki gözlerini kocaman açardı, Nas bile her seferinde irkilirdi. Annemin anneannesi keşfetmiş burayı, Sarıtaş... Taşın üzerine oturmuş bir kız uzun sarı saçlarını tarıyor her gece. Üçü de "Bunun mantıklı bir açıklaması olmalı." demedi hiç bir zaman.

Artık ben de ölülerle konuşmak istiyorum ama işler eskisi kadar bereketli değilmiş diye duydum. İnsanlar ölmeye bile vakit bulamıyor. Ayrıca takıntım da var, mezar taşında mesleği yazanlarla konuşmuyorum. Delilerin ölüsü çok makbul benim için, zaten yaşarken de ölü gibiler kategorizasyondan kurtulabilirlerse. Köy'ün ya da Mahalle'nin Delisini çok severiz. Hacı Seyit vardı bizim köyde. Hala yaşıyorsa, ben nerdeyim o zaman? İkimiz aynı zamanda bu dünyada birbirimizden haber almadan nasıl yaşadık?

Ölüler konuşmak istiyorum yoksa kafayı çizme vakti yakındır. Eğitim almışız, çalışmışız ne kadar basit şeyler bunlar sıradan bir ölünün gördükleri yanında. Mezarlıkta yalnız hissettikten sonra ne işe yaradı bütün bunlar? İskenderiye Kütüphanesi yandı ve biz yüzlerce yıl geriye gittik ya da dibe vuruşumuz yüzlerce yıl ertelendi bunlar basit hesaplar. Bu tarihten sonra işim mezarlığın en güzel
- mantı açanını
- kazak örenini
- ud çalanını
- gök resmi çizenini
- saat tamir edenini
- bireysel futbol oynayanını
- şiir yazanını belirlemek olacak.

"Ölülere güvenebilirsin." dedi Nas. Canlılar ölülere güvenebilir, ölüler canlılara güvenemez, canlılar canlılara güvenmemeli, ölüler ölülere... Bunlari coktan gectik biz. Geçmişe özlemim bitmeyecek o yüzden yaşadığımız çağdan daha eskileri hayal ederim her zaman 10 yıl da 1000 yıl da yeter bana. Mezarlıkların böyle faydası var. Dedemi tanımak isterdim, babam ona mı benzerdi, ben babama mı benziyorum? Ölümden korkmuyrum, o benden hiç korkmuyor.

İlk olarak parmaklarım toprağın dışına çıktığında aklım başıma gelecektir ve herkesten önce yeryüzüne çıkmaya çalışacağım. Yer ve gök yarılmış olacak o gün ve ben inşallah hiç kimseyi tanıyamasam bile Dede'mi tanıyacağım ve onunla konuşacağım. Babaannem en çok beni severdi çünkü, Dedem neden sevmesin? Kimse birbirini tanımıyor herkes kaçışıyor ama olsun Dedem beni tanır hiç tanışmamış olsak da.

Peki ya benim hala çocuğum yok mu? Torunum oldu da ben onu göremedim mi? O da beni bulsun, ben babamın saatini taktım yıllarca, oğlum da benimkini taksın siyah beyaz resmime baksınlar. Ne olursam olayım iyi adamdı desinler. Erken göçtü diyenler oldu aslında çok da vakit harcadık. Şairin demediği gibi...

"Her ölüm geç ölümdür."

......

El-Bais: Ölüleri diriltip kabirlerinden çıkartan.