insan ayarlı

9 Ağustos 2012 Perşembe

acımasızlık ve acımasızlık

...düşüncelerle bilincimizde ancak öldürmeyecek kadar derin bir yara açmıştık.

Otuz yaşında adamın elinden boya işi gelmiyordu. Bu durumun vahamet mertebesi hakkında bizler tam karara varmak üzere oturmuş düşünürken kapı çaldı. Boyacı günlerce geç de olsa gelmişti. - bu yeterdi. Boyacının karşısında daha ilk dakikada ezilmeye başlamıştı. Bu dik, kendinden emin zat; işi beğenmedi, haklıdır... parayı beğenmedi, üç kuruş gerçekten... yaptığı boyalar döküldü, zaten garanti vermemişti.

Eskiden olsa sonuç gene benzeri olacaktı ama en azından artık enayi yerine konmuş olma hissini bir kenara bırakmıştı. Her gün kendisinin "bey"olduğunu iddia eden onlarca telefon alıyordu. - tersine geçen gün bankadan biri kendisine telefonda "naber köftehor" diye giriş yapmıştı(!?). Boyacılar bu kadar itibar sahibi değildi kendisinden başka gözlerde. Bu üçkağıtçı boyacı her türlü hakareti, kötü muameleyi hak etmiştir öyleyse? İşini kötü yapıyorsa acımasız her şey hakkıdır.

Yine de keşke boyacı ağabey işini iyi yapan birisi olsaydı da arkasından bu kadar laf edilmeseydi. O anlıyabiliyordu bu adamın ne yaptığını sanki. Bilinç sonra ahlak daha sonra vicdan ve daha sonra derinlerde ne bulabilirsen tam olarak yok olmasa da şeffaflaşmaya başlıyordu. Çok insan kazıkladı, çok beddua aldı. En yakın arkadaşını sattı. Oysa o da yirmi yıl önce tertemiz bir çocuk değil miydi? Peki neden bu adamdan yirmi yaş büyük boyacılar böyle değildi?

Boyacı bu kötü huylarıyla beraber çok para kazandı. Bu sefer bir köşkü boyayacaktı. Köşkün sahibi ile iyi paraya anlaştı, işini de aynı tertemiz olduğu günlerdeki gibi mükemmel yaptı ama parasını bir türlü alamadı. Bir kere bile "kendi ettiklerim bana geri döndü" diye düşünmedi.

Edindiği şöhretle daha büyük bir iş aldı. Sonra işveren ile anlaşmazlığa düştü. Derken davalı oldular. Ucuz adam ucuz avukat tutunca ancak avukatının değeri kadar adalete ulaştı. Nasıl oluyorsa iyi avukat ve kötü avukat vardı. Geçmişte olup bitmiş olay avukatına göre çok daha farklı şekilde olup bitmiş olabilirdi. Sonra baktı ki avukatlar da itibarlı bir grupmuş. Ses çıkarmadı ve en başa döndü. Bu kadar görmüş geçirmişlik bir hidayete erme sağlasaydı diye düşündüler "Sahnenin Dışındakiler". İşte ben o zaman Boyacı'ya yapma diyemedim. Ağzından salyalar akarak iş yapan bir müteahhite gıpta ile bakma diyemedim. Ben desem de nedense kimse haklısın demedi bugüne kadar zaten. Kendisini defalarca ezen bu adam, ulaşmak istediğimiz noktaydı.

Çocuğu kötü bir okula gitmeyi hak ediyordu ve bu o kadar doğaldı ki acımasızlık ileri safhası burada bünyede hissettirmeden olgunlaşıyordu. Bu okul denen şey hakkında bilgisi ve herhangi bir şey öğrenecek vakti de yoktu boyacının.

Oğlunun ağır hastalığına ne yapacaklardı? Hastanede de kendini fazla hissetti. Sonra nasıl olduğunu bilmediği hastanelerde, adını bilmediği doktorların elinde öldü oğlu. Bu kadarlık satın alabilmişti. Oğlunun yasını tutmadan gecikmeli de olsa "ilk sözü geçen ev"e geldi. Bu adam herşeyi kendisi haketmişti. Öyle hak edebiliyordu ki, oğlu ölebiliyordu. Sonra biz acımadık ve acımadık...
...
"Sen yalan içinde yaşıyorsun, ben hakikatte..." bir insanın diğerine söyleyebileceği en acımasız sözdür. L.N.T

28 Ağustos 2011 Pazar

direksiyon hakimiyeti

... ...

nedense o "batçık"a çok süratli girmek istemişti - yanındakilere sormadan buna karar verdi.

...çıkışta araba yerden kesildi ve yükselmeye başladı. Bu sırada nihayet yanındakilere baktı. Tanıdık, sevdik ama beklenmedik üç kişiydi. Artık çok geçti. Çok fazla yükselmişlerdi ve yol incecik bir çizgi gibi gözükmeye başlamıştı.

Yapabileceği sadece "hakkınızı helal" edin demekti. İkisi helal, olsun dedi ama en çok güvendiği birşey demedi. Bu sırada yükseklerde epey ilerlediler ve artık inişe geçmek üzeredeydiler. Yolun iki tarafı denizdi. Bir yandan o neden hakkını helal etmedi diye düşünürken direksiyonu havada sağa kırdı ve denize doğru döndüler.

...suya çakılmaya yakın uyandı. Kurtulmuş olmasına rağmen çok kötüydü. Neden helal etmedi?

26 Haziran 2011 Pazar

Berber Akira

Çoğu konuda çizgi tutturamamışlığın verdiği büyük sıkıntılar içindeki birisinden aktarıyoruz...

... ... ... ...

Hayatta en büyük pişmanlıklarımdan biri de sabit bir berber belirleyememiş olmamdır. Her yerde berbere gittim ve her koltuğa oturduğumdaki yabancılık duygusu ömrümden ömür aldı. Aslında insanın berberinin babasından oğluna kalması gerekliliğine inananlardanım ama bu bizim "Berber Mehmet" koltuktakine hiç bir zaman yetki vermez, berber dükkanının da tam hakimidir. Tamam, çok tarz olmasak da, bizim de hasbel kadar bir tercihimiz olabilir."Berber Mehmet"den ümidi kesmişken da tam da bir berberi galiba sabitledim derken (ki adının "Valentino Erkek Kuaförü" olması üzücüdür) geçen şeytan aklımı çeldi, yeni bir yere gittim.

Uzun betimlemeler yapmamalıymışım; öyle bir konuşma geçiyor berber ile sıra bekleyen daimi müşterisi arasında insanın aklı kalıyor tabi o berberde.

Müşteri: "Mothman Prophecies" diye bir film var, oldukça değişik güzel bir film bence.
Berber: Bence de çok güzel film. Nedense ben bu aralar Akira Kurosava filmlerine kafayı taktım başka birşey izleyemiyorum. Bazı filmleri üç dört yaptım bile şimdiden.

... ... ... ...

"berber, sigarasından derin bir nefes çekti yeniden; gözlerini hafifçe kapamış, o anda o andaki oturuş biçiminin içinde kimlerin bulunduğunu düşünüyordu." H.A.T./G.

28 Şubat 2011 Pazartesi

ekmek arası tereddütleri

Hedefe yaklaştıkça şiddetli tereddütlerle dolu bir sabah daha diye düşündü dördü birden. Boğaz Köprüsü'nü geçtikten sonra artık mutlak bir karara ulaşmaları gerekecekti. bu sabah ekmek arasını nereden alacaklardı? İşyerlerine giden en kısa yol üzerinde ekmek arası satan bir yer yoktu, o halde muhakkak yollarından biraz sapmaları gerekecekti.

İlk seçenek "Alfred Hitchcock" pastanesiydi. Bu pastanede diğer seçeneklere göre yolu oldukça uzatıyordu ancak üç buçuk paraya tıka basa dolu epey büyük bir ekmek arası almak mümkündü. Hatta biraz fazla büyük olmasından rahatsız olanlar  bile vardı. O zaman bir ufak boyunu alıp daha az para ödeyeceklerdi ama anlaşıldı ki küçük boyu da aynı paraymış. Bari alip ikiye bölelim diye düşünülse de sadece birkaç sabah hayata geçirilebildi, zaten çok sıkıntılı bir süreç olan sabah kahvaltıları, daha da fazla kafa bulandırıcı bir hal alacaktı çünkü. Ayrıca buranın böyle tuhaf bir ismi olması ve yolu epey uzatması da haneye eksi puanlar olarak işledi.

Esas, yola çıkmadan fiyat, ebat ve lezzet olarak ideale yakın "Liberal Pastane" vardı ama nedense burada da uzun süre sabit müşteri olarak kalamadılar. Bir tanesi domateslerin akşamdan dilinmiş olduğunu ve kabuklarının pörsümüş olduğunu iddia etti ve köprüyü geçmeden kaybedilen her dakika varış süresinde iki misli kayba sebep olduğunu birkaç bilimsel makale, tez, söylem vs. ile ispatladı.

Diğer pastaneler Liberal Pastanesi'nin böyle kolay harcandığını görse emin olun kendilerine çeki düzen verirlerdi. Bu grubun yaklaştığını gören "Orak Çekiç Pastanesi" bol malzeme ve ekmek çeşidi ile müşteri memnuniyeti için elinden geleni yaptı, interaktif olarak ekmeği ve malzemeleri seçerek ekmek arasını beraberce hazırlyordunuz ama yine de fiyatı dört paradan aşağıya çekemedi. (Bunun internet üzerinde uygulanan bir modülü üzerine epey çalışma yapılmış - kendi ellerinizle yaparmış gibi ekmek aranızı yapabilecekmişsiniz sanal olarak sonra paket servisle elinize kadar gelecek) Daha küçük ekmek arasına daha fazla para verme fikrinden memnun gözükmeyen bu grup bu pastaneye temkinli yaklaştı her ne kadar adı bazıları için hoş gözükse de. "Sabah kahvaltısında bu kadar para verilir mi?" ya da "Bu kadar çok yenilir mi?" ikilemi arasında gidip gelirken buradan da soğudular. Hem burası çoktan seçmeli olduğundan insanı düşünmeye zorluyor daha sonra ekemğin arasının doldurulmasını beklemek zorunda bırakarak hayatlarının çok önemli üç dakikasını kaybetmelerine sebep oluyordu.

İşyerine iyice yaklaşmışlarsa ve hala bir yer seçememişlerse en sonra çare yanlarına kadar servis yapan "Sofi Pastanesi"nden almak olacaktı ekmek arasını. Hiç istemeye istemeye, içlerine sinmeyerek... Bu da kucukmus her ne kadar 2 para olsa da. Ama bu sadece 2 para ama olsun cok kucuk. Yarısından daha buyuktu sanki ama içindeki malzemeler azdı ya da kalitesizdi ya da salamsız ekmek arası tercih edilmiyordu. Tam olarak sebebi belli edilememişti. Kuyumcu kantarı ile ekmek ve içindeki malzemeler tartıldı. Günden güne farklı sonuçlar verdi en sonunda bilirkişi heyetinin görüşü bekleniyordu bilmiyoruz daha sonra ne olduğunu.

12 Aralık 2010 Pazar

hakiki petek süzme Kars çiçek balı

... ve yine yıllar geçmişti. Eskiye olan özlem tarif edemeyeceği biraz acı ama sevdiği bir tat bırakıyordu artık. "Herşey çok karışık" demeye alışmıştı ve bu kadar sık söylenen sözleri sevmemesine ama sevmediği kadar da mecbur olmasına da alışmıştı. Kimine göre elinde mükemmel imkanlar vardı. Bu imkanları başkasına verseler neler neler yapabilirdi. Dışarıdan bakılınca önce böyle gözükürdü ama aslında öyle değil (diyemezdik). Daha yakından bakmaları lazımdı da daha yakından bakmayacaklardı - herkes herkese yakından bakmaz - süre de az bir hüküm vermek için. Diğer bir yandan çok da zaman var aslında ama insanlardan bunlar talep edilemez, buna ayıracak vakitleri yoktur vesaire...

Kendisinden bekleneni yapmisti, arilardan bal yapmasi beklendiği gibi. Evet ne kadar kalitesiz de olsa yapilanin bal olduğu kesindi. Ak sakallı bir ihtiyar dede yazmış bir kulubenin camına. "Hakiki petek süzme Kars çiçek balı bulunur" diye. Bal denen besine ulaşmak zor değildi, her yerde rahatca bulunabiliyordu. Milyarlarca insandik ve hepimiz insandik. Erkek olan bir tane isterlerse evet kendisi bu gruba girerdi. "140 cm'den uzun, dili çatallı olmayan, ellerinde en az 10 parmak bulunan" biri arasak aday kümesini çok da fazla daraltmış olmuyorduk. Tarhana çorbasına tulum peyniri atarak içenler kümesine dahildi ve buradan aranırsa çok da mutlu olur ve gururlanırdı da.

Artık şüphe yoktu ki bu bir baldı. Evet maalesef kimse aksini iddia edmiyordu fakat değer kazanması için çok daha fazlası beklenecekti şimdi ondan. Sahipleri de bu istekleri yerine getirmek için olmadık taklalar atacaktı.

Çiçek balı imiş. Bu bal tamamen çiçekten mi yapılmış gerçekten veya ne kadarı çiçekten yapılınca çiçek balı oluyormuş? Defterin ortasından kopartılıp ispirtolu kalem ile torununa yazdırılan "hakiki petek süzme Kars çiçek balı bulunur" yazısını gördüğünden beri gözüne uyku girmiyor. Sondan başladı ve ikinci kelimeden daha ileri gidemiyor.

Bu bal öznel olarak "hakiki" idi ama diğer iddiaların hepsi çürütülebilirdi. Dede'nin sözü yeterli bir güvence sayılmıyordu artık. O baldan geneli temsil edecek bir numune alınır ve Yeni Zelanda Arıcılık Üniversitesi'nde çok da güzel br kusur bulunabilirdi. Bu doğal besinler de gayri doğal yöntemlerle satılmalıydı çünkü...

...çünkü Dede bu acımasız şehirin bir sanayi sitesinin camiinde tuvaletin önündeki kulubede mesaisini geçirirdi. Orada olmadığı zaman tuvalet paralarının ödenmeyeceğini bildiği için içeriye "herşeyi gören var" yazmıştı. Oturduğu apartmanın kapıcısının evliya olması gibi bu adam da ermişti aslında ona göre ve ancak bir ermişin sahip olabileceği saflıkla bir yandan bal satmaya çalışıyordu.

Bunu düşününce hüzünlendi bizimkisi ama kendi ahmaklığının da bir göstergesiydi aslında. İşi sorulduğunda sürekli şikayet eden, çevresi için acımasız eleştrilerde bulunan bu zavallı elindeki imkanları kullansa hayatta çok da başarılı olacağına inandırılmıştı. Halimizden memnun muyuz? "Allah'a şükür" dedi Dede. Hayatında hiç takım elbise giyip iş toplantılarına gitmemişti, internetten indirim yakalayıp kendisine tenis ayakkabısı da almamıştı.

... ...

bütün renkler aynı hızla kirleniyordu
birinciliği beyaza verdiler

Ö. A.