insan ayarlı

28 Şubat 2011 Pazartesi

ekmek arası tereddütleri

Hedefe yaklaştıkça şiddetli tereddütlerle dolu bir sabah daha diye düşündü dördü birden. Boğaz Köprüsü'nü geçtikten sonra artık mutlak bir karara ulaşmaları gerekecekti. bu sabah ekmek arasını nereden alacaklardı? İşyerlerine giden en kısa yol üzerinde ekmek arası satan bir yer yoktu, o halde muhakkak yollarından biraz sapmaları gerekecekti.

İlk seçenek "Alfred Hitchcock" pastanesiydi. Bu pastanede diğer seçeneklere göre yolu oldukça uzatıyordu ancak üç buçuk paraya tıka basa dolu epey büyük bir ekmek arası almak mümkündü. Hatta biraz fazla büyük olmasından rahatsız olanlar  bile vardı. O zaman bir ufak boyunu alıp daha az para ödeyeceklerdi ama anlaşıldı ki küçük boyu da aynı paraymış. Bari alip ikiye bölelim diye düşünülse de sadece birkaç sabah hayata geçirilebildi, zaten çok sıkıntılı bir süreç olan sabah kahvaltıları, daha da fazla kafa bulandırıcı bir hal alacaktı çünkü. Ayrıca buranın böyle tuhaf bir ismi olması ve yolu epey uzatması da haneye eksi puanlar olarak işledi.

Esas, yola çıkmadan fiyat, ebat ve lezzet olarak ideale yakın "Liberal Pastane" vardı ama nedense burada da uzun süre sabit müşteri olarak kalamadılar. Bir tanesi domateslerin akşamdan dilinmiş olduğunu ve kabuklarının pörsümüş olduğunu iddia etti ve köprüyü geçmeden kaybedilen her dakika varış süresinde iki misli kayba sebep olduğunu birkaç bilimsel makale, tez, söylem vs. ile ispatladı.

Diğer pastaneler Liberal Pastanesi'nin böyle kolay harcandığını görse emin olun kendilerine çeki düzen verirlerdi. Bu grubun yaklaştığını gören "Orak Çekiç Pastanesi" bol malzeme ve ekmek çeşidi ile müşteri memnuniyeti için elinden geleni yaptı, interaktif olarak ekmeği ve malzemeleri seçerek ekmek arasını beraberce hazırlyordunuz ama yine de fiyatı dört paradan aşağıya çekemedi. (Bunun internet üzerinde uygulanan bir modülü üzerine epey çalışma yapılmış - kendi ellerinizle yaparmış gibi ekmek aranızı yapabilecekmişsiniz sanal olarak sonra paket servisle elinize kadar gelecek) Daha küçük ekmek arasına daha fazla para verme fikrinden memnun gözükmeyen bu grup bu pastaneye temkinli yaklaştı her ne kadar adı bazıları için hoş gözükse de. "Sabah kahvaltısında bu kadar para verilir mi?" ya da "Bu kadar çok yenilir mi?" ikilemi arasında gidip gelirken buradan da soğudular. Hem burası çoktan seçmeli olduğundan insanı düşünmeye zorluyor daha sonra ekemğin arasının doldurulmasını beklemek zorunda bırakarak hayatlarının çok önemli üç dakikasını kaybetmelerine sebep oluyordu.

İşyerine iyice yaklaşmışlarsa ve hala bir yer seçememişlerse en sonra çare yanlarına kadar servis yapan "Sofi Pastanesi"nden almak olacaktı ekmek arasını. Hiç istemeye istemeye, içlerine sinmeyerek... Bu da kucukmus her ne kadar 2 para olsa da. Ama bu sadece 2 para ama olsun cok kucuk. Yarısından daha buyuktu sanki ama içindeki malzemeler azdı ya da kalitesizdi ya da salamsız ekmek arası tercih edilmiyordu. Tam olarak sebebi belli edilememişti. Kuyumcu kantarı ile ekmek ve içindeki malzemeler tartıldı. Günden güne farklı sonuçlar verdi en sonunda bilirkişi heyetinin görüşü bekleniyordu bilmiyoruz daha sonra ne olduğunu.

12 Aralık 2010 Pazar

hakiki petek süzme Kars çiçek balı

... ve yine yıllar geçmişti. Eskiye olan özlem tarif edemeyeceği biraz acı ama sevdiği bir tat bırakıyordu artık. "Herşey çok karışık" demeye alışmıştı ve bu kadar sık söylenen sözleri sevmemesine ama sevmediği kadar da mecbur olmasına da alışmıştı. Kimine göre elinde mükemmel imkanlar vardı. Bu imkanları başkasına verseler neler neler yapabilirdi. Dışarıdan bakılınca önce böyle gözükürdü ama aslında öyle değil (diyemezdik). Daha yakından bakmaları lazımdı da daha yakından bakmayacaklardı - herkes herkese yakından bakmaz - süre de az bir hüküm vermek için. Diğer bir yandan çok da zaman var aslında ama insanlardan bunlar talep edilemez, buna ayıracak vakitleri yoktur vesaire...

Kendisinden bekleneni yapmisti, arilardan bal yapmasi beklendiği gibi. Evet ne kadar kalitesiz de olsa yapilanin bal olduğu kesindi. Ak sakallı bir ihtiyar dede yazmış bir kulubenin camına. "Hakiki petek süzme Kars çiçek balı bulunur" diye. Bal denen besine ulaşmak zor değildi, her yerde rahatca bulunabiliyordu. Milyarlarca insandik ve hepimiz insandik. Erkek olan bir tane isterlerse evet kendisi bu gruba girerdi. "140 cm'den uzun, dili çatallı olmayan, ellerinde en az 10 parmak bulunan" biri arasak aday kümesini çok da fazla daraltmış olmuyorduk. Tarhana çorbasına tulum peyniri atarak içenler kümesine dahildi ve buradan aranırsa çok da mutlu olur ve gururlanırdı da.

Artık şüphe yoktu ki bu bir baldı. Evet maalesef kimse aksini iddia edmiyordu fakat değer kazanması için çok daha fazlası beklenecekti şimdi ondan. Sahipleri de bu istekleri yerine getirmek için olmadık taklalar atacaktı.

Çiçek balı imiş. Bu bal tamamen çiçekten mi yapılmış gerçekten veya ne kadarı çiçekten yapılınca çiçek balı oluyormuş? Defterin ortasından kopartılıp ispirtolu kalem ile torununa yazdırılan "hakiki petek süzme Kars çiçek balı bulunur" yazısını gördüğünden beri gözüne uyku girmiyor. Sondan başladı ve ikinci kelimeden daha ileri gidemiyor.

Bu bal öznel olarak "hakiki" idi ama diğer iddiaların hepsi çürütülebilirdi. Dede'nin sözü yeterli bir güvence sayılmıyordu artık. O baldan geneli temsil edecek bir numune alınır ve Yeni Zelanda Arıcılık Üniversitesi'nde çok da güzel br kusur bulunabilirdi. Bu doğal besinler de gayri doğal yöntemlerle satılmalıydı çünkü...

...çünkü Dede bu acımasız şehirin bir sanayi sitesinin camiinde tuvaletin önündeki kulubede mesaisini geçirirdi. Orada olmadığı zaman tuvalet paralarının ödenmeyeceğini bildiği için içeriye "herşeyi gören var" yazmıştı. Oturduğu apartmanın kapıcısının evliya olması gibi bu adam da ermişti aslında ona göre ve ancak bir ermişin sahip olabileceği saflıkla bir yandan bal satmaya çalışıyordu.

Bunu düşününce hüzünlendi bizimkisi ama kendi ahmaklığının da bir göstergesiydi aslında. İşi sorulduğunda sürekli şikayet eden, çevresi için acımasız eleştrilerde bulunan bu zavallı elindeki imkanları kullansa hayatta çok da başarılı olacağına inandırılmıştı. Halimizden memnun muyuz? "Allah'a şükür" dedi Dede. Hayatında hiç takım elbise giyip iş toplantılarına gitmemişti, internetten indirim yakalayıp kendisine tenis ayakkabısı da almamıştı.

... ...

bütün renkler aynı hızla kirleniyordu
birinciliği beyaza verdiler

Ö. A.


21 Kasım 2010 Pazar

tarhana içen Deli Balta

(Bana Bakırköy'den diyebilirsiniz.) Dayım bizi ziyarete gelmiş hastaneye çok yakın evimizde. Birşeyler mi olmuş?

ZZzzzzz Öğlen vakti şöyle bir dolaşmaya çıkmışım hastanenin orada. Bahçesinde yürüyen bir hasta vardı, beni görünce yüzü aydınlandı. Aslında oldukça sağlıklı bir adam gibi duruyordu. "Hemşehrim sen Uşaklısın değil mi?" dedi. "Evet" dedim. "Ben anamın tarhanasını çok özledim, Uşak'a dönünce anama bir var da söyleyiver, bana tarhana göndersin."

Birkaç yıl geçti galiba. Uşak'ta çarşıda bu adama rastladım. Ellerime ayaklarıma kapandı, çok teşekkür etti. Tarhana çok iyi gelmiş, hatta o sayede iyileştin demiş doktoru. Beni bırakmadı, illaki evine gelip anasının tarhanasından içecekmişim.

Evde kimse yoktu. Beni bir odaya buyur etti. Odanın ortasında halının üzerinde bir balta vardı.

"Anam tarhanayı neden göndermedi?" dedi ve baltayı bileylemeye başladı. ZZzzzzz

4 Kasım 2010 Perşembe

... ...

Otobüste karşısında oturan bu adam yalnızlığına isyan etmek istiyordu artık. Bunu suratından anlayabilemezdiniz.

9 Ekim 2010 Cumartesi

ishi no shita

Onlarca yılın sonunda boş umutların gerçekleşmeme ihtimalinin "sadece bazı zamanlarda" çok düşük olduğunu hatırlayabiliyorduk. Bu onlarca yılın bize kattığı "sözüm ona" iyi tecrübeler bunlardı. Evet, son olarak en değer verdiği de geri dönmek üzere derken üç sene geçmişti. Sonra bunu aslında ne kadar çok istediğini tekrar farkedip bu üç sene de neden daha fazla çaba sarfetmediğine yakındı. Yılların içinden geri dönmek istedi ve gece yatağa ilk uzandığında veya otobüste giderken hep bunu hayal etti. Bu kısır döngü içerisinde hayallerden çıktığı anların yavaştan ve derinden giren sızısı da kendisini akıllandırmadı. Acı çekiyor ve bundan gurur duyuyor sonra tekrar acı çekiyor çünkü gurur insanın kendisine saygısı gibi dursa da dışardan pek de ilgi çekmiyor, takdir toplamıyor. Annesinin oğlunu dünyanın en güzel insanı sanması yetmiyor. 20 yıl geriye dönmekten başlıyor, talihini zorlamak sonra hep daha azına yetinip bir gün öncesine bile dönmek için herşeyini vermeye hazır hale geliyor.

Bunları düşünmek şart değil ama bari herşey gelişi güzel olmasın neler olmuş bu son yıllarda diye bakıyor. Evet çok azı kusursuz hatıralar. Birkaçını hatırlamaya bile cesareti yok. Elindekiler bir bir gidiyor, kavgalar, tartışmalar, haksızlıklar. Evet kendisi için bu kadar zor olan hayat ve kendisi gibi diğerleri ile olan ilişkileri kaçınılmaz mesafeler açıyor. Belki haklı ama kendisi için bile önemi yok. Neredeyse üç sene olacak, olmadan birşeyler yapamaz mıyız?
... ...

"demek ki insanlar birbirine ancak muayyen bir hadde kadar yaklaşabiliyorlar ve ondan sonra, daha fazla sokulmak için atılan her adım daha çok uzaklaştırıyor." S.A./K.M.M.