insan ayarlı

21 Eylül 2015 Pazartesi

Atomcular - Leukippos ve Demokritos (Felsefe-014)

L eukippos ve Demokritos atomculuk felsefesinin savunucuları olarak kendilerinden önce gelen varlık ve oluş probleminin Sokrates’ten önceki son halkasını oluşturmaktadırlar. Eleacı bakış açısına kendileinden önce gelen iki çoğulcu filozoftan sonra onlar da cevap verirler. Bildiğimiz gibi Elacılara göre hareket varsa oluş yoktur. Atomcular ise deneylerin de kabul edilmesi gerektiğini savunurlar.

Her ne olursa olsun, Atomculuk Sokrates öncesi Yunan felsefesinin çoğu felsefe tarhiçisine göre zirve noktasıdır ve materyalist düşüncenin ilk önemli adımları olarak görülür.

20 Eylül 2015 Pazar

Anaksagoras (Felsefe-013)

Anaksagoras’ın MÖ 500 yılında doğduğu ve 428 yılı olan Platon'un doğduğu yıl ölmüş olduğu tahmin edilmektedir. Urla yakınlarındaki Klazomenai antik şehrinde doğduğu bildirilmektedir.Varlıklı bir aileden gelmesine rağmen, Platon’a göre bütün servetini bilimsel araştırmalar için tüketmiştir. MÖ 468 yılında, düşen büyük bir göktaşını inceleme imkanı yakalamıştır. Nihayetinde göktaşının kızgın bir kaya olduğunu görerek, Ay, Güneş gibi gökcisimlerinin dünya gibi bir yapıda olduğu sonucuna vardığı kabul edilmektedir.

Bu da onun gelecek otuz yılını geçireceği Atina’da dinsizlikle suçlanmasına sebebiyet verecek ana sebep oalrak görülmektedir. Parmenide ve Zenon da daha önce Atina’yı ziyaret etmiştir ancak buraya tam olarak yerleşen ilk filozof Anaksagoras olmuştur. Bunun da elbette ki sebebi Atina’nın siyasi, kültürel ve ekonomik olarak bir merkez haline gelmiş olmasıdır. Platon’un anlattığına göre Anaksagoras, Atina’da güzel karşılanmış ve meşhur Atinalı devlet adamı Perikles’e danışmanlık yapmıştır. Ayrıca önemli tragedya yazarı Euripides ile de dost olduğu rivayet edilir.

15 Eylül 2015 Salı

Empedokles (Felsefe-012)

Empedokles’in de doğum ve ölüm tarihleri tartışmalıdır. MÖ 490'lar civarında doğduğu, 430'lar civarında ise öldüğü tahmin edilmektedir. Doğum yeri Sicilya’dır ancak ölüm yeri tartışmalıdır. Zamanımıza ulaşmış iki eserinden ilki olan «Arınmalar»’da Empedokles kendisini bir tanrı gibi takdim eder. İnsanların kendisinden hastalara şifa vermesini, gelecekle ilgili kehanetler de bulunmasını ve onlara doğru yolu göstermesini istediğinden bahseder. Buradan onun kendini bir peygamber, kahin ve şifacı olarak gördüğü anlaşılmaktadır. Onun nabzı ve solunumu durmuş ve hekimler tarafından artık tedavi edilemez denmiş bir kadını iyileştirdiği rivayet edilir.

Dostlarım...

Selam olsun size! Ölümsüz bir tanrı olarak yürüyorum aranızda, ölümlü değilim artık; kuşaklarla, çiçekli taçlarla, nasıl yaraşırsa öyle kuşandım, onurlandırıldım. Dört başı mamur kentlere her girdiğimde, erkeklerle kadınlar, onbinler hürmet eder bana, esenliğe giden yolu bilmek için. Kimi, kehanetler duymak için yanıp tutuşur, kimi de her türlü hastalıktan müstariptir, can atar iyileştiren bir söz duymak için.

12 Eylül 2015 Cumartesi

Ref-i taayyün

İtdük o kadar ref-i taayyün ki Neşati
Ayine-i pür-tab-ı mücellada nihanuz


Neşati

itdük: ettik manasında
ref: lağv etme, ortadan kaldırma
taayyün: görünürlük, belli olma
ayine: ayna
pür: dolu, tam manasıyla (tab-ı mücella'yı vurgulamakta)
tab: parıltı
mücella: cilalı
nihan: sır

---
Ey Neşati, görünürlüğü o kadar ortadan kaldırdık ki,
Pırıl pırıl cilalı aynada bile aksimiz sır olmuştur.
---

Ayna ışıkların tümünü yansıttığı için varlıkların görüntülerini oluşturur. Tasavvuf yaklaşımıyla aslında görülen şahsımız onun bir parçası olduğundan sadece Tanrı'dır. Kendi görünürlüğümüz arkada planda kalmış, aynada sır olmuştur.

Tam burada Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur romanındaki aşağıdaki bölümü alıntılıyalım;

''...............
Bir yunus balığı sürüsü mehtabı kovalıyormuş gibi suda kavisler çizerek yanıbaşlarından geçti. Daha ileride bir vapur projektörü aydınlığın en ziyade toplandığı yerleri, başka bir şekilde görünür yaptı. Sanki eski ve güzel bir metni tefsir eder gibi, bütün müphem parıltılar keskin vuzuha kavuştular. Yüzlerce kuğu kuşu bir akıntı yerinde, bir anlık vehimden hayatlarını yaşadılar. Sırçadan, ince ve şeffaf dünya, kendi musıkisine, asıl sazları belki çok derinde çalan o acayip dinleyişe kapandı.

Mümtaz ceketini Nuran'ın omuzlarına atarken:

-Ayın Ferahfeza Peşrevi, dedi.

Hakikaten Dede'nin Ferahfeza Peşrevi'nde olduğu gibi, fakat görünmeyen neylerden yaprak yaprak dökülen bir dünyada idiler.

Etraflarında herşey ney nağmesi gibi yumuşak, derinden ve erişilmez sırların aynası idi. Sanki çok Rahmani bir düşüncenin, her zaafını yenmiş bir aşkın üst üste kavislerinde dolaşıyorlar, öz halinde bir yığın baharın arasından geçiyorlardı.

-Hatta neredeyse Neşati'nin beytinin dünyasına gireceğiz.

Ettik o kadar ref-i taayyün ki Neşati,

Ayine-i pür-tab-ı mücellada nihanız

Nuran gülüyordu:

-İyi ama, eşya var, biz varız. Vücudumuz maddi bir şey değil mi? Yani herkesinki gibi...

-Allah'a bin şükür... Fakat seninki bana göre herkesinki gibi değil...

-Küfür...

-Küfür veya Allah'a giden en kısa yol... Unutma ki bu gece tam vahdet-i vücud içindeyiz...

Bir balık yanıbaşlarında sudan sıçradı. Havada elmas bir kavis çizdi. Sonra biraz ötede denizin buğulu mavi aydınlığında beyaz bir şey çatlar gibi oldu.
........''


Neşati: Gerçek adının Ahmed veya Süleyman olduğu zannedilmektedir. 1674 yılında vefat ettikten sonra Şeyhliğini yaptığı Edirne Mevlevihanesi'ne defnedilmiştir.

Zübde-i Alem

hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen


Şeyh Galip

zübde: öz
alem: Kainat
merdüm-i dide: göz bebeği (dide göz anlamındadır, merdüm ise kendi başına göz bebeği anlamına da gelebilmektedir.)
ekvan: kevn'in (varlık) çoğulu

---
şahsına güzel gözle bak; kainatın özüsün sen,
varlıkların göz bebeği olan insansın sen
---

Şeyh Galip, insanı yaratılanların en şereflisi (eşref-i mahlukat) olarak görmekteydi. İnsanı tüm varlıkların özü olarak en üst mertebeye koymaktaydı.

Şeyh Galip: Mutasavvıf Galip Mehmed Esad Dede, Miladi 1757 İstanbul doğumludur. Henüz 24 yaşındayken kendi divanını meydana getirmiştir. 34 yaşında Galata Mevlevihanesi Şeyhi olmuştur. 41 yaşında vefat etmiştir.

1 Eylül 2015 Salı

Elea'lı Zenon (Felsefe-011)

Diyalektik Akıl Yürütme

Elea’lı Zenon’u Aristoteles diyalektik akıl yürütmenin kurucusu olarak takdim eder. Aristoteles'e göre diyalektik; kesin öncüllerden hareketle, kesin sonuçlara varan akıl yürütmeden farklı olarak, muhtemel veya akla yakın öncüllerden hareketle, yine muhtemel veya akla yakın, ikna edici sonuçlara varan bilimsel olmayan akıl yürütmedir. Bu açıdan diyalektik akıl yürütme bilimsel akıl yürütmenin altında olsa da, aldatıcı olan sofistik akıl yürütmenin üzerindedir.

Aristoteles'e göre diyalektik akıl yürütmenin en önemli faydalarından biri, bilimsel olarak kanıtlanması mümkün olmayan bazı şeylerin dolaylı olarak kanıtlanmasını sağlamasıdır. Örneğin özdeşlik ilkesi bu tür bir ilkedir. Ona göre bu ilke doğrudan kanıtlanamaz; çünkü herhangi bir kanıtlamanın kendisi zaten özdeşlik ilkesinin kabulüne dayanır ve onu önceden varsayar. Özdeşlik ilkesini kanıtlamaya çalışmak, kanıtlamaya çalışılan şeyi önceden varsaydığı veya gerektirdiği için kanıtlama iddiasında olduğu bir ilkeyi karşısındakinden istemesidir. Buna karşılık özdeşlik ilkesi, bu ilkeyi kabul etmeyen insanların görüşlerinin saçmalığı gösterilerek dalaylı olarak kanıtlanabilir. Bu, «saçmaya indirgeme» yoluyla dolaylı kanıtlamadır.

Zeno gençlere doğrunun ve yanluşın kapıları gösteriyor (Veritas et Falsitas)