26 Mayıs 2010 Çarşamba
22 Mayıs 2010 Cumartesi
Cerro Torre'ye küsmek
O, yarı hayali, yarı gerçek olduğundan yazılanlar yazanı da okuyanı da bağlamaz.
İlk intibalar genelde yanlış olsa da bu sefer için doğru olduğuna inanılmak isteniyordu nedense.
Bir sabah on saatlik uykusundan uyandığında ve hala çok uykuluyken Cerro Torre'ye tırmanmaya karar verdi. Bunun kimsenin daha önce başaramamış olması hiç bir şeyi değiştirmeyecekti. "Yani" dedi sadece bunu duyunca. Böyle diyen birisine gitme denilebilir mi? Yüzerek gidecekti de -başaramayacağından değil- çok vakit alacağından vazgeçti son anda. Arjantin'e sağ salim varınca tırmanmaktan da vazgeçti. Vazgeçmelerini sevdi bazıları da, vazgeçirilmelerini değil ama. Hüzünlü olan da buydu. Kim olursan ol, ne anlatırsan anlat öncelikle kendisi bir görmeli, kendisi karar vermeli. Bunlar mutluluk göz yaşları.
İstemenin sonuçları onun için inanılmazdı da istemek dediğin işte o kadar kolay birşey değildi. Aslında buraya kadarki tuhaflıklar kabul edilebilir mertebedeydi. Ne insanlar vardır, daha neleri neleri kabul edebilirlerdi.
Sonuçta Cerro Torre'nin tepesinde dans etmeyi hayal eden birisinde biraz alınganlık şaşırtmamalı. Başaramasa da başardığında neler olacağını görebiliyor. Tabi diyebilirler gel Ilgaz'ın tepesinde dans et. Hem dağ, hem dans Arjantin'den olmasın. Bunda bile az da olsa öngörülebilirlik var çünkü, ona yakıştırmazlar.
Cerro Torre'ye tırmanmak imkansız, tırmanılsa da tepesinde dans etmek imkansız. Bu imkansız görev için yanına kimi alacak? Yanına alabileceği kimsesi yok. Onun için üzülmeli mi yoksa olması gereken bu mu demeli? Yalnızlık denilen böyle birşey mi? Herkeste bir yalnızlık ama bu biraz farklı.
Ona bıraksak herşeyi yeniden yazacak. Ona bıraksak? Keşke ona bıraksak. En sonunda sadece sağlam dağlar ayakta kalabilirdi ona bıraksak. Peki ya Cerro Torre'ye tırmanamazsa ona küser mi? Cerro'nun haberi olur mu? İnsanların haberi olur mu?
......
insan neyi anlatabilir? insan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz."
A.H.T./S.A.E.
......
İlk intibalar genelde yanlış olsa da bu sefer için doğru olduğuna inanılmak isteniyordu nedense.
Bir sabah on saatlik uykusundan uyandığında ve hala çok uykuluyken Cerro Torre'ye tırmanmaya karar verdi. Bunun kimsenin daha önce başaramamış olması hiç bir şeyi değiştirmeyecekti. "Yani" dedi sadece bunu duyunca. Böyle diyen birisine gitme denilebilir mi? Yüzerek gidecekti de -başaramayacağından değil- çok vakit alacağından vazgeçti son anda. Arjantin'e sağ salim varınca tırmanmaktan da vazgeçti. Vazgeçmelerini sevdi bazıları da, vazgeçirilmelerini değil ama. Hüzünlü olan da buydu. Kim olursan ol, ne anlatırsan anlat öncelikle kendisi bir görmeli, kendisi karar vermeli. Bunlar mutluluk göz yaşları.
İstemenin sonuçları onun için inanılmazdı da istemek dediğin işte o kadar kolay birşey değildi. Aslında buraya kadarki tuhaflıklar kabul edilebilir mertebedeydi. Ne insanlar vardır, daha neleri neleri kabul edebilirlerdi.
Sonuçta Cerro Torre'nin tepesinde dans etmeyi hayal eden birisinde biraz alınganlık şaşırtmamalı. Başaramasa da başardığında neler olacağını görebiliyor. Tabi diyebilirler gel Ilgaz'ın tepesinde dans et. Hem dağ, hem dans Arjantin'den olmasın. Bunda bile az da olsa öngörülebilirlik var çünkü, ona yakıştırmazlar.
Cerro Torre'ye tırmanmak imkansız, tırmanılsa da tepesinde dans etmek imkansız. Bu imkansız görev için yanına kimi alacak? Yanına alabileceği kimsesi yok. Onun için üzülmeli mi yoksa olması gereken bu mu demeli? Yalnızlık denilen böyle birşey mi? Herkeste bir yalnızlık ama bu biraz farklı.
Ona bıraksak herşeyi yeniden yazacak. Ona bıraksak? Keşke ona bıraksak. En sonunda sadece sağlam dağlar ayakta kalabilirdi ona bıraksak. Peki ya Cerro Torre'ye tırmanamazsa ona küser mi? Cerro'nun haberi olur mu? İnsanların haberi olur mu?
......
insan neyi anlatabilir? insan insana, insanlara hangi derdini anlatabilir? yıldızlar birbiriyle konuşabilir, insan insanla konuşamaz."
A.H.T./S.A.E.
......
19 Mayıs 2010 Çarşamba
benintermodinamiksonu
Evrensel yasalar sinir bozucu olabiliyor.
Tam olarak sebebini kendisinin de bildiğini zannetmediğiz bir şekilde "Algoritma" kaleci olmaya karar vermişti. Muhtemelen bu sadece bir deneydi ve deneyin başarısızlık derecesi merak ediliyordu kendi ve kendi gibiler tarafından. Kendine seçtiği isim de -kendi seçtiği için- şu an yaşamakta olduğumuza hiç uygun değildi. Algoritma iyi bir kaleci olamazdı çünkü o ilk bakış hayatımızda anlamsız gibi gözüken yasalara tamı tamına sadıktı. Şu anda literatürde sıfırıncı yasaya rastlayabilsek de kendisi çoktan eksi bilmemkaçıncı yasayı anlamakla meşguldü.
Bu kadar fazla belirsizlikle kaleciliğe başladı ve her geçen an belirsizliğinin belirsizliği ve düzensizliği artarak arttı. (Kaleci dediğin istikrarlı olmalı) Zaten o da bunu görmek istemiyor muydu? Evet, bu devirde bunlar para etmiyor. Peki bu devir çok mu birşey? Daha tüm evrenin mutlak düzensizliğe geçip tamamen ısıya dönüşmesine vakit var. Öyleyse bu devirde kalecilikte yapılamayacaklar aslında tüm evrende yapılabilecekler hakkında fikir vermekte
mi
?
Algoritma, bunun farkında mı?
Tam olarak sebebini kendisinin de bildiğini zannetmediğiz bir şekilde "Algoritma" kaleci olmaya karar vermişti. Muhtemelen bu sadece bir deneydi ve deneyin başarısızlık derecesi merak ediliyordu kendi ve kendi gibiler tarafından. Kendine seçtiği isim de -kendi seçtiği için- şu an yaşamakta olduğumuza hiç uygun değildi. Algoritma iyi bir kaleci olamazdı çünkü o ilk bakış hayatımızda anlamsız gibi gözüken yasalara tamı tamına sadıktı. Şu anda literatürde sıfırıncı yasaya rastlayabilsek de kendisi çoktan eksi bilmemkaçıncı yasayı anlamakla meşguldü.
Bu kadar fazla belirsizlikle kaleciliğe başladı ve her geçen an belirsizliğinin belirsizliği ve düzensizliği artarak arttı. (Kaleci dediğin istikrarlı olmalı) Zaten o da bunu görmek istemiyor muydu? Evet, bu devirde bunlar para etmiyor. Peki bu devir çok mu birşey? Daha tüm evrenin mutlak düzensizliğe geçip tamamen ısıya dönüşmesine vakit var. Öyleyse bu devirde kalecilikte yapılamayacaklar aslında tüm evrende yapılabilecekler hakkında fikir vermekte
mi
?
Algoritma, bunun farkında mı?
18 Mayıs 2010 Salı
duyarsızlığın tarihçesi
Islak ve yapışkan aynı zamanda çok da soğuk bir sabahtı. Otobüste her zaman bir kişilik daha yer olduğunu bilen "dışardakiler" ile bunun tersini iddia eden "içeridekiler" arasındaki ezeli rekabet homurdanmalar ve bazı ufak atışmalarla devam ediyordu. Bu durumu son derece soğukkanlılıkla izleyen şöför, halk ile muhatap olarak, çok sağlam bir temele oturtmuş olduğu karizmasını resetlemeye niyetli değildi.
Şimdi metrekarede en az yedi kişi olacak şekilde ve herhangi bir yere tutunma ihtiyacı duymadan ayakta durabiliyorlardı. Cep telefonu icat olunalı uzun zaman olmasına rağmen otobüste cep telefonu olmayan onbir aylık bir bebek ve yetmişdört yaşındaki nine sayılmazsa, bir tek kendisi vardı. Sabah'ın bu saatinde somurtkan bir kızın telefonu çaldı, bu melodi bir anda otobüste korku dolu soğuk bir rüzgar estirdi. Anlaşılan tamamen sohbet amaçlıydı bu sabahın körü araması ve kızın suratında meydana getirdiği olumlu(!) değişikliğe oldukça şaşırdı. Alt kat komşusu da uzun süre kendisi için gizemini korumuştu mesela. İkisini benzetti bir an. Her zamana uzun pardesü giymesi, hiç gülmemesi, kalın, uzun ve güzel bıyıkları, kısa ama hızlı adımlar atması, kendisi gibi sabah erken çıkıp gece geç gelmesi ve belli belirsiz günaydın'ı ile Battal Gazi ile Darth Vader karışımı bir prestiji vardı üzerinde. Sonra çok sevilen apartman toplantısında konuşma imkanları oldu ilk ve adamın aslında radyo programcısı son derece cıvık birisi olduğunu gördü. Belki bir kez daha oturup konuşsalar bu sefer de cıvık ama içli bir adam olduğunu düşünecekti. Halbuki biz sizi müsteşar yardımcısı zannetmemiş miydik?
Duyargaları açık duyarlılar tarafından sabah muhabbetbazı kızcağız sert bir şekilde bertaraf edildi elbette. Uzun bir süre "Ne kadar düşüncesiz insanlar var cık cık cık" sesleri de devam etti. Uçurum kenarında yokuş aşağıya 185 km süratle giden bir araçta olsa ve yanındaki cep telefonu ile konuşsa dahi uyarmak onu için imkansıza yakındı. Daha geçen gün yanında nükleer bomba patladı da kalkıp iki adım öteye kaçmadı.
Eve geldiğinde ulusal televizyonda gene bilgilendirici bir program vardı. Programın tek amacı araçlarda cep telefonu kullanımının riskleri üzerine halkı bilinçlendirmekti. Sunucu önce bir açılış konuşması yaptı ve araçlarda cep telefonu kullanmamamız gerektiğini anlattı ve elektromanyetik alan dalında uzman bir profesör bağlandı telefona. Sunucu hanım; "Cep telefonlarının araçların fren sistemlerinde ne kadar zararlı olabildiğini biliyoruz, halkı bilinçlendirmek adına sizin görüşlerinizi de almak istedik." dedi. Profesör; "Cep telefonlarının araçlarda kullanılmasının hiçbir sakıncası yoktur, ben hep kullanıyorum." dedi. Bunun üzerine sunucunun suratında çeşitli gerilmeler ve renk geçişleri yaşandı. Profesör bu konudaki ısrarlı tavrını korudu ve program apar topar bitirilmek durumunda kaldı.
Şimdi ne geçti eline? Koca bir hiç! Cep telefonu ile konuşanı uyaranları uyarmak lazımdı belki de tabiki bunu da yapmayacaktı. Tepki vermemekte en zorlandığı sinemada korku filmlerine gülenler oluyordu ama bu konuda da başarılı olmuştu yıllardır. Sırada öne kaynamalar ise çok olağandı onun için. Yapmayana ayıp!
Bu tarz şeyler çok mu bayağı, ya da kendisi mi çok bayağı? Yere çöp atmazdı da atana da bakmazdı ya da Yeşil Barış ile balina avcıları ile mücadele etmeye niyeti yoktu her türlü hayvanat ile iyi anlaşabiliyor olmasına rağmen. Ozon tabakası delinmişti ya da sokak çocuklarının yardıma ihtiyacı vardı. Belki artık bir yerden başlamak gereklidir.
Duyarsızlığın tarihçesi bundan ibarettir. Ne olursa olsun, yapılanlar her zaman birileri için boş olmaya mahkumdur. Yoksa çok mu duyarlıydı da tezatlar üzerine kurulu bu dünyada tam tersi gibi hissediyordu kendini?
Şimdi metrekarede en az yedi kişi olacak şekilde ve herhangi bir yere tutunma ihtiyacı duymadan ayakta durabiliyorlardı. Cep telefonu icat olunalı uzun zaman olmasına rağmen otobüste cep telefonu olmayan onbir aylık bir bebek ve yetmişdört yaşındaki nine sayılmazsa, bir tek kendisi vardı. Sabah'ın bu saatinde somurtkan bir kızın telefonu çaldı, bu melodi bir anda otobüste korku dolu soğuk bir rüzgar estirdi. Anlaşılan tamamen sohbet amaçlıydı bu sabahın körü araması ve kızın suratında meydana getirdiği olumlu(!) değişikliğe oldukça şaşırdı. Alt kat komşusu da uzun süre kendisi için gizemini korumuştu mesela. İkisini benzetti bir an. Her zamana uzun pardesü giymesi, hiç gülmemesi, kalın, uzun ve güzel bıyıkları, kısa ama hızlı adımlar atması, kendisi gibi sabah erken çıkıp gece geç gelmesi ve belli belirsiz günaydın'ı ile Battal Gazi ile Darth Vader karışımı bir prestiji vardı üzerinde. Sonra çok sevilen apartman toplantısında konuşma imkanları oldu ilk ve adamın aslında radyo programcısı son derece cıvık birisi olduğunu gördü. Belki bir kez daha oturup konuşsalar bu sefer de cıvık ama içli bir adam olduğunu düşünecekti. Halbuki biz sizi müsteşar yardımcısı zannetmemiş miydik?
Duyargaları açık duyarlılar tarafından sabah muhabbetbazı kızcağız sert bir şekilde bertaraf edildi elbette. Uzun bir süre "Ne kadar düşüncesiz insanlar var cık cık cık" sesleri de devam etti. Uçurum kenarında yokuş aşağıya 185 km süratle giden bir araçta olsa ve yanındaki cep telefonu ile konuşsa dahi uyarmak onu için imkansıza yakındı. Daha geçen gün yanında nükleer bomba patladı da kalkıp iki adım öteye kaçmadı.
Eve geldiğinde ulusal televizyonda gene bilgilendirici bir program vardı. Programın tek amacı araçlarda cep telefonu kullanımının riskleri üzerine halkı bilinçlendirmekti. Sunucu önce bir açılış konuşması yaptı ve araçlarda cep telefonu kullanmamamız gerektiğini anlattı ve elektromanyetik alan dalında uzman bir profesör bağlandı telefona. Sunucu hanım; "Cep telefonlarının araçların fren sistemlerinde ne kadar zararlı olabildiğini biliyoruz, halkı bilinçlendirmek adına sizin görüşlerinizi de almak istedik." dedi. Profesör; "Cep telefonlarının araçlarda kullanılmasının hiçbir sakıncası yoktur, ben hep kullanıyorum." dedi. Bunun üzerine sunucunun suratında çeşitli gerilmeler ve renk geçişleri yaşandı. Profesör bu konudaki ısrarlı tavrını korudu ve program apar topar bitirilmek durumunda kaldı.
Şimdi ne geçti eline? Koca bir hiç! Cep telefonu ile konuşanı uyaranları uyarmak lazımdı belki de tabiki bunu da yapmayacaktı. Tepki vermemekte en zorlandığı sinemada korku filmlerine gülenler oluyordu ama bu konuda da başarılı olmuştu yıllardır. Sırada öne kaynamalar ise çok olağandı onun için. Yapmayana ayıp!
Bu tarz şeyler çok mu bayağı, ya da kendisi mi çok bayağı? Yere çöp atmazdı da atana da bakmazdı ya da Yeşil Barış ile balina avcıları ile mücadele etmeye niyeti yoktu her türlü hayvanat ile iyi anlaşabiliyor olmasına rağmen. Ozon tabakası delinmişti ya da sokak çocuklarının yardıma ihtiyacı vardı. Belki artık bir yerden başlamak gereklidir.
Duyarsızlığın tarihçesi bundan ibarettir. Ne olursa olsun, yapılanlar her zaman birileri için boş olmaya mahkumdur. Yoksa çok mu duyarlıydı da tezatlar üzerine kurulu bu dünyada tam tersi gibi hissediyordu kendini?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)